26 Şubat 2011 Cumartesi

Müfettiş Paşa'nın çantası kayıp!

Popüler Tarih Dergisi'nin 2003 yılının Temmuz ayında basılan 35. sayısında 5 tam sayfa halinde yayımlanan araştırma inceleme yazımız.
(Lütfen, sayfa üzerine bir tıklamanız halinde ilgili sayfaya ulaşılacaktır. Sayfanın üzerine ikinci defa tıklamanız durumunda yazıları gerçek boyutlarında okuyabilirsiniz)





24 Şubat 2011 Perşembe

Güzellik ve letâfeti kendisinde toplamış bir mevkii; Çakallar

  1914 yılından önce yabancı bir fotoğrafçı tarafından çekilen ve sonradan renklendirilen fotoğrafın detayında Çakallar mevkii

  Amasya’nın güneyinde yaklaşık 200 m. kadar yükselen tepedir. Hemen arkasında Ferhat Dağı yer almaktadır. Osmanlı döneminde şehzade ve sultanların avlak mevkileridir. Ayrıca şehzade ve Amasyalı bazı paşaların yazlık köşkleri bulunduğu yerdir.
    Bazı zamanlarda sevimsiz ve yırtıcı hayvan olan “çakal” ile karıştırılmaktadır. Halbuki “Çakal” kelimesi değişik anlamlarda kullanılsa da bu mevkie adını veren Çakalzâde sülâlesi olmuştur. “Çakallar” ismi “Çakal Kadı” diye meşhur olan Bedreddin Mahmud Çelebi’nin sülâlesinden ileri gelmektedir.

Çakallar isminin kaynağı;
   Çakallar mevkiinin doğu tarafları Padişah Kanuni Sultan Süleyman’a miras yoluyla kaldığından padişahın oğlu Şehzade Mustafa Amasya’ya vali olarak atandığı zaman burada bir yazlık yaptırmış ve bir müddet oturmuştur. Bu esnada meşhur alimlerden Seyrek Muhyiddin Efendi, arkasından Merzifonlu Hayrettin Hızır Efendi ve ondan sonra da, Sûrûri Efendi, Sultan Mustafa’nın eğitimi hizmetinde bulunmuşlardır. Ayrıca Hamdî, Zamanî gibi şâirler, Rustem Beyzâde Gonca Geyvân, Lâle Beyzâde Menekşe Ahmed ve Gazi Beyzâde Çiğdem Ahmed Beyler ile Çakalzâde Gül Sinan Çelebi gibi büyük zatlar onun hoş vakit geçirmesini sağlamışlardır. Bunlardan Gonca Geyvân, Çiğdem Ali, Çakalzâde Lâle Ali Çelebi, Gül Çelebi ve lalası Hamza Bey’e, Şehzade Mustafa bire parça bağ hediye etmiş ve mülkiyetlerine geçirmiştir. Halen “Hamzadüzü” denilen yerin Lala Hamza Bey’e, “Goncalık” diye bilinen Hamzadüzü’nün doğu tarafındaki yerlerin de Gonca Bey’e verilen yerler olduğu anlaşılıyor.
   1560’ta Kanuni Sultan Süleyman’ın Şehzadesi Bayezid Amasya Valisi iken Kara Mustafa Paşa’nın tuzaklarıyla ahirete göç etmesi üzerine şehzadenin av mahallinin tamamı satılmıştır. Büyük bir kısmı Çakalzâde Gül Sinan ve Lâle Ali Çelebilere isabet etmiştir. Daha sonra Lâle Ali Çelebi’nin hissesi torunu Lâlezâde Mehmed Çelebi’ye ondan da Sinan Çelebi’ye intikâl etmiştir.
  Çakalzadelerin bir mülkü durumuna ulaşmıştır. Bundan dolayı “Çakaloğulları Bağları” denildi. Zamanla halk arasında “Çakallar” ifadesi ile meşhur oldu.

Amasya’nın suyu Çakallar’dan
   Çakallar Mevkiinden şehir halkının yıllarca ihtiyaç duyduğu içme suyu karşılanmıştır. “Kayapaşa Suyu”, “Üçler Suyu” ve “Acemali Suyu” bu önemli kaynaklardandır.

Fotoğraf: Foto ÖZDEN 
Buradan Amasya’nın seyrine doyum olmaz
  Amasya Tarihi yazarı merhum Hüseyin Hüsameddin Efendi bu mevkii tanıtırken “Çakallar diye meşhur latif bir gül bahçesidir. Havası gayet sağlam ve her tarafı sanki güzel bir bağdır.
  Çakallar mevkii, Allah’ın yarattığı gibi, el değmemiştir, fakat manzarası göz çeker;iç taksimatı düzensizdir, fakat görünüşü gönül alır. Her bağının içinde yüksek bir köşk, bir veya iki yerinde gayet gür ve devamlı akan su her suyun kenarında lâtif bir çimenlik, her köşkün önünde bir gül bahçesi vardır. Çakallar bahar günlerinin fevkalâde güzelliğini ortaya serilince kırmızı güller, siyah benekli lâleleri ile güzellerin yanaklarına benzer. Güllerinin tebessüm eden manzarasını, lâlelerinin ferahlık veren intizamını seyr eden zevk sahibi kişilerin nazarında Çakallar, kırmızı güllere  bürünmüş bir bahar gelini gibidir.” şeklinde tanımlamıştır.
 Çakallar mevkii bugün o güzelliğini yine taşımaktadır. Amasya’nın en güzel manzarası buradan seyredilir. Teneke semaverlerde demlenen tavşan kanı sıcak çaylar burada bir başka tat ile içilir.

Yazar ve şairlere ilham kaynağı
Çakallar’dan Amasya’yı seyretmek insana bir başka huzur vermektedir. Yazar ve şairlere ilham kaynağı olmaktadır. Meşhur şair, Ebu’t-Tayyib el-Mütebennî, methettiği Halep Hükümdarı, Seyfüddevle-i Hamadânî ile, 953 yılında Amasya’yı ziyaret etmişti. Amasya’yı bugünkü Çakallar mevkiinden seyrettiği zaman, Seyfüddevle’yi, Amasya’yı fethetmiş olmasından dolayı methetmiştir. Seyrine doyamadığı Amasya için şöyle demiştir;Amasya, insanı, seyriyle şâd ve mes’ûd edecek her güzellik ve letâfeti kendisinde toplamış büyük bir beldedir ki, burada istediğine kavuşmak için tereddüd ve telâş eden her tâlip, her türlü maksadına kavuşur. İsteklerine ulaşır. Elde ettiğini kaybederek üzülmez..  Amasya, önünde geniş çevresi olan eve benzemektedir. Bu evin her tarafı yüksek birer dağdır ki, her yüksek tarafın birer ufku vardır. Her ufkun, yüksek tarafı, ay parçası gibi sivridir.”

Zamanımızın şairlerinin dizelerinde
  Zamanımızın şairlerinden hemşehrimiz Harun YÖRGÜÇ gurbette Amasya özlemi ile yanıp tutuştuğu vakit yazdığı şiirinde Çakallar’dan şehri seyretmeyi özlediğini dile getirmişti.

“Çakallar’dan kuşbakışı bakarız
Pir İlyas’a tam yedi mum yakarız
Mart dokuzu biz Kırklar’a çıkarız
Gidip Amasya’ya düğün edelim.”
dizeleriyle özlemlerini mısralara dökmüştür.

Bahattin Karakoç’un şiirinden
   Zamanımızın usta şairlerinden Bahattin Karakoç, 21 Temmuz 1996’da Amasya’ya yaptığı ziyaretlerinde Öğretmen Şair Özkan Yalçın ile birlikte Çakallar’dan Amasya’yı seyrettiği vakit “damıttığı” şiirinde şu duygularını aktarmıştı;

Dünyayla tartılsam ağır basardım,
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.
Gönlümü hep bulutlara sardım
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Sesini duymaya koşup gelmişim
Gelip bu vadiye mihman olmuşum
Seni görüp hülyalara dalmışım
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Köprünün üstünden baktım dağlara
Kanatlarım değdi yitik çağlara
Selam olsun ölülere sağlara
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Ferhat’la Şirin’e zulm edenler
Sırlarını alıp gitmiş gidenler
Ağıt yakarlar dile gelse düdenler
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Çınarlar yüzünü öpmeye sarmış
Kirliler koynuna girmeye korkmuş
Çoruh, sana göre züğürt bir arkmış
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Krallara mezar olmuş kayalar
Aynalı Mağra vakti mayalar
Yolda ceylan gibi seker yaylalar
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Çakallar Tepesi’nde seyrana çıktım
Bir sırrı çözmeye bin duvar yıktım
Doyam diye baktım daha açıktım
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Burmalı Minare bir aşık resmidir
Beş vakit sütüyle yürek emzirir
Bildiği tek söz var o da ALLAH bir !
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Oğlanlar sarayı, Kızlar Sarayı
Şanlı devirlerle açmış arayı
Ben giderim, sen beklersin burayı
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Keşke yaşasaydı şehzadelerin
Hep sana aksaydı kanımla terim
Her köşede seni arıyor gözüm
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Razıyım kıyında söğüt olmaya
Destinde kalemle kağıt olmaya
Uğrunda ölen bir yiğit olmaya
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Sultanlar yok artık, takvim gamlanır
En güzel rüyalar sende demlenir
Göz sende yıkanır, sende dinlenir
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Söyle bir kuş var mı, boş yere öten?
Sığ yerin yok, çağlak değilsin neden ?
Sus sabret demiş sana öğreten
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Tan ışır, uyanır burada tüm kuşlar
Aşkı, zikre bağlar ağlar ve taşlar
O çıralı gözler, yay gibi kaşlar
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Gece de gündüz de cennet Amasya
Külfet değil gerçek rahmet Amasya
Padişah tuğralı gerçek Amasya
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Konaklar, camiler birer şahaser
Her yerde bir kültür çığlığı eser
İki çınar var ki, hala gülümser
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Nice dağlar geçtik, nice nehirler
Nice şehirler gördük, nice köyler
Gelip burada dost oldu cem şairler
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Burada tanıdım has bir şairi(*)
Burada damıttım ben bu şiiri
KARAKOÇ der sana, ırmaklar piri
Yeşilırmak benden sevdalısın sen

                 Bahattin Karakoç

              21.07.1996 Amasya (Saat.08.25) 

(*) – Burada tanıdığı ve kısa sürede dost oldukları şair,  Öğretmen Özkan YALÇIN’dır.
İsim üzerinde yanlış anlaşılmalar
  “Çakallar Mevkii” zaman zaman yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Amasya turizmine ve Amasya’nın tarihsel geçmişine uygun olmuyor gerekçesi ile 1998 yılında Belediye tarafından isim değişikliğine gidildiyse de “Tarihi yer isimlerinin değiştirilmesinden doğabilecek tereddütler” ortaya konuldu. Zamanın Belediye Başkanı Hüseyin BAŞ tarafından bu uygulamadan vaz geçildi ve tarihi ismi korundu.


20 Şubat 2011 Pazar

Şehzadelerin oturduğu yer: Beğler Sarayı


Çelebi Mehmet zamanında yaptırılan ve değişik dönemlerde ekleme ve tadilatlarla genişleyen Beğler Sarayı’nın bulunduğu mevkii bugün Saraydüzü olarak anılmaktadır. Fotoğrafın sol bölümünde görüldüğü gibi söz konusu saray geniş bir alanı kaplamakta ve etrafı duvarlarla çevriliydi.


   Osmanlı Döneminin en önemli mekânlarından ve en çok merak uyandıran Amasya’da Sancakbeği (Vali) olarak bulunan şehzadelerin ikâmet ettikleri yerlerdir.
   Güçlü devletin yönetimini elinde tutan Sultanın Rumeli vilayetlerini güven altında tutan, vergileri toplayıp gerektiğinde asker toplamakta yetkili olan Amasya’daki şehzade geniş bir alanda söz sahibidir.
  Böylesi önemli bir güce sahip olan şehzadelerin Amasya’da ikâmet ettikleri yer, şehrin doğu ucunda ve güney yamaçlarını kaplamaktaydı. Savadiye Mahallesi’ni ayıran Savadiye Deresi ile sınır oluşturmaktaydı.
Arazi, Şehzade tarafından satın alındı
  1217 tarihli bir Şeriyye Sicili’nde Melik Gıyaseddin Şah diye tanınmış ve kayıtlı bulunduğu Selçuklu Sultanı Mesud devrinden itibaren çelebi ve şehzadelerin merkez olarak kullandıkları bir yerdir. Daha sonra Gümüşlüzâde emlâkı durumuna gelmiştir. Gümüşlüzâdeler’in bu mevkide büyük ve ihtişamlı konaklarının mevcut olduğu Hüseyin Hüsameddin Amasya Tarihi’nde belirtilmektedir.1398’da Amasya Valisi Çelebi Mehmed zamanında “Gümüşlüzâde Bahçesi”ni satın alındı ve yerine büyük bir saray yaptırıldı.(1)
  Çelebi Mehmed burada 16 sene, II.Murad 20, II. Bayezid 26 ve Şehzade Ahmed 31 yıl ikâmet ettiler. Kanuni Sultan Süleyman’ın Şehzadelerinden  Mustafa 13 yıl, Şehzade Bayezid 2 yıl ve son şehzade III. Murad 1,5 yıl bu sarayda ikâmet ettiler.
  Şehzadelerin Amasya Sancakbeğliği yaptıkları yıllarda çok sayıda şehzade bu mütevazi sarayda dünyaya geldiler. Bunlardan Osmanlı tahtına padişah olarak çıkan Çelebi Mehmed’in oğlu Şehzade Murad (II. Murad)  ve İkinci Bayezid’in oğlu Selim (1470) en önemlilerindendir. Bu arada Osmanlı tahtının varisi olarak görülmelerine karşılık tahta çıkamayan İkinci Bayezid’in oğlu Şehzade Ahmed (1465) ile birlikte Abdullah, Alemşah, Mahmut, Mehmed, Şehinşah (1464), Korkut (1467) olmak üzere 8 evladı yine bu sarayda doğmuşlardır.
Osmanlı İran antlaşması burada yapıldı
    Kanuni Sultan Süleyman’ın 1554 yılında İran Seferi sonrasında  kışı geçirmek için Amasya’ya geldiği vakit 7 ay 22 gün devleti bizzat buradan idare etti. İran ile yapılan ve “Amasya Antlaşması” diye bilinen görüşmeler yine bu sarayda gerçekleştirildi.
Yabancı seyyahın notlarından;
  Kanuni Sultan Süleyman Han ile görüşebilmek için Amasya’ya gelen Seyyah Hans Dernschwam hatıralarında bu sarayı şu şekilde tarif etmektedir.
 “Burası büyücek, sade, etrafı bahçe ile çevrili bir saraydır. Girişte etrafı kerpiç duvarlarla örtülmüş bir tahta kapı var. İçeride avlu kısmında tek tatlı bir bina görülüyor. Kerpiçten uzunluğuna yapılmış bir yapı. Binanın ahşap kısımları iyice işlenmemiş tahta parçalarından ibaret. Bunun yanında bahçe içinde fırınlanmış tuğladan inşa edilmiş tek katlı bir bina daha var. Padişah burada kalıyormuş. Yanı başında kerpiçten örülmüş büyük bir kapı görülüyor. Kapının önünde tahtadan yapılmış bir çardak var. Çardağın altında ellerinde gümüş bastonlar bulunan altın işlemeli elbiseler giymiş 4 kapıcı oturuyor.”(2)
Sadece adı kaldı
  Osmanlı şehzadelerinin sancağa çıkarılma geleneğinden vazgeçilmesiyle Amasya’nın talihi ters dönmüştür. Amasya önce “sanacak” olmaktan çıkarılıp Sivas Vilayetine bağlandı. Böylece şehzadelerin söz sahibi olduğu geniş bir coğrafya beğlerin ve paşaların tasarrufuna geçti. Şehzade ikametleri birer birer değerlerini kaybetti, derebeylerin mücadelesindeki halkın bıkkınlığı, şehrin imarına da yansıdı.
  Birkaç örneğin dışında taş taş üstüne konmadığı gibi bir zamanlar devleti idare eden mekânlar da sessizliği gömüldü. Tıpkı Osmanlı şehzadelerinin hüküm sürdükleri saray gibi…
   Saray elden gidince yeri kaldı geriye, bir de adı "Saraydüzü" diye...

(1)-Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi; c.1 sh.41
(2)-Hans Dernschwam; İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Kültür Bakanlığı / 885,sh.284

18 Şubat 2011 Cuma

27 Numaralı Amasya Tayyaresi

1933 yılında Amasyalıların kendi aralarında topladıkları paralarla aldıkları uçağı Tayyare Cemiyeti’ne bağışladılar.
                                                                                                   
   1933 yılında başlatılan ve Tayyare Cemiyeti Türk Kuşu’na tayyare kazandırma kampanyası için her il, ilçe hatta bazı büyük şehirlerde esnaf grupları arasında bir yarış başlatılmıştı. Her il ve ilçenin isimlerini taşıyan tayyarelere mavi gökleri süslemiştir. Kampanyaya Amasya’dan ilk defa, Gümüşhacıköy ilçesi katılmış ve kendi adını taşıyan tayyareyi alma girişiminde bulunmuştur. Bunu il merkezi Amasya’da kurulan Tayyare Komisyonu takip etti. Yeşil Amasya Gazetesi sahibi Ekrem Bey kampanya süresince gazetesinde bağış yapanların isimlerini yayınladığı gibi en büyük desteği sağlayanların başında geldi.    
     Amasya” adını taşıyacak bir tayyarenin alınmasında gösterilen gayretler kısa sürede netice verdi. Türk Kuşu’na “Amasya” adını taşıyan tayyare alınmış ve bağışlanmıştı.             
    27 numaralı “Amasya Tayyaresi”nin Eskişehir’den Amasya’ya getirilişi başlı başına bir hadise oldu. Bu nedenle 1933 yılının 30 Ağustos Zafer bayramı aynı zamanda “Tayyare Bayramı” adı altında kutlanmıştır.

  Amasya Tarisi'nin Eskişehirden getirilişi ve Amasya'da düzenlenen 30 Ağustos Zafer ve Tayyare Bayramı törenleri o yıllarda Amasya'da yayınlanan Yeşil Amasya Gazetesi'nde şu şekilde yer aldı: "Vali Kadri Beyefendi’nin başkanlığın da Alay Kumandanı Muavini Abdulkadir, Jandarma kumandanı Ziya Bey, Belediye Reisi Vekili Refet, Nafia Başmühendisi Resmi, H.F.Reis Sıtkı, Ticaret Odası Reisi Mehmet ve Tayyare Cemiyeti Reisi vekili Ekrem beylerden ibaret heyet tarafından hazır hale getirtilen Boğazköy’deki büyük bir tarlaya tayyaremiz 30 Ağustos 1933’te iniş yaptı.

                                                                                                                                    Fotoğraf: Hasan Varış Arşivi
Tayyare Ad Koyma Töreni;
    Askerlik Şubesi önünde yapılan 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerinden hemen sonra ve Tayyare Ad Koyma Merasimi”nin yapılacağı alana halkın ilgisi çekildi. Tayyarenin ineceği Boğazköy'e yolcu taşıyan atlı arabalar, otomobiller, kamyonlar ve özel arabaların yanı sıra, saat 08, 09 ve 10’da olmak üzere üç ayrı sefer yapan Banliyö tren seferleri konuldu. Çağın modern aracı tayyareyi yakından görmek isteyen Amasyalılar bölük bölük söz konusu alana taşındılar.  Köylerden, kasabalardan gelenlerle “Mahşeri bir kalabalık” toplandı.(1)
    “Tam saat 12’de “Ad Konma Merasimi” başlamıştır. Evvelâ Bando İstiklâl Marşını çalmış, bunu halk nâmına Halk Fırkası hatibi Abdurrahman Nafiz Bey’in güzel bir hitabesi takip etmiştir. Bundan sonra kıymetli muallimlerimizden Etem Bey, Tayyare Cemiyeti namına Etem Bey ve Merzifon Kaymakamı İbrahim Beyefendi çok heyecanlı, çok kıymetli birer konuşma yaptılar. Bunda tayyareyi, tayyarecileri ve muhterem Amasya halkını tebrik etmiş ve konuşma birkaç defalar sürekli alkışlar toplamıştır.
    İbrahim Bey’den sonra Vali Kadri Beyefendi kısa bir teşekkür konuşmasından sonra tayyarenin kanadı üzerinde yazılı olan “Amasya” ismini örten bayrağımızın kaldırılmasını Amasya halkını temsilen merasim mahallinde bulunan en ihtiyar bir köylüye havale etmiş ve muhterem köylü baba da bayrağı titreyen elleriyle ve yine çok heyecanla kaldırmış ve pek çok alkışlanmıştır. Bu sırada dualar okundu kurbanlar kesildi. Bundan sonra tayyare uçuşa hazırlanmış ve Alay Kumandanı Turan Bey de tayyareye bin di. Tayyare merasim mahalli üzerinde birkaç defa uçuş yapmış ve yere inerek bağlanmıştır. Halk tayyarenin etrafını kuşatmış, ilk defa bu kadar yakından gördükleri ve kendi paraları ile aldıkları öz malını seve seve, uzun uzun seyir ve tetkik etmişlerdi. . Kıymetli tayyarecilerimiz halka tayyare hakkında arzu ettikleri malumatı vermişlerdir.”(2)

Tayyareden geriye fotoğraflar kaldı 
   Artık hava gücümüzde 27 numaralı “Amasya Tayyaresi”  vardır. Tayyare Cemiyeti’ne bağışlanan “Amasya Tayyaresi” nin Foto Ekrem ve Foto Tekamül’ün hazırladığı fotoğrafları tebrik kartı şeklinde basılıp bir müddet Amasyalılar, bu kartları dostlarına armağan olarak gönderdiler.
   Daha sonra  “27 numaralı Amasya Tayyaresi” ne oldu. Akıbeti hakkında bilgi sahibi olan yok.
  Bir rüya gibi gökyüzüne çıktı, bir rüya gibi silindi gitti. Sadece hâtıralarda ve soluk fotoğraflarda kaldı.

Tayyaremizin Posta Kartları bastırıldı
                                                                                                                        Fotoğraf: Hüseyin Menç Arşivi
   Amasyalılar tarafından satın alınıp Türk Tayyare Cemiyetine bağışlanan 27 Numaralı Amasya Tayyaresi’nin posta kartları bastırıldı. Amasyalılar büyük gurur duyarak birbirlerine,, başka vilayetlerde bulunan eş ve dostlarına yazdıklar birkaç satırlık mektuplarını bu kart eşliğinde yapmışlardı.
  Kahverengi ağırlıklı posta kartı bir hâtıra olarak yıllarca saklandı.
  Satın alma gururuyla Amasya Tayyaresi’nin fotoğrafları her evde, her albümde yerini almıştı. Bazı meraklı vatandaşlarımız da posta kartlarını çerçeveletip evinin veya dükkânının duvarına asmışlardı.


DİPNOTLAR:

(1) – Yeşil Amasya Gazetesi, Yıl:1, No;30,  26 Ocak 1933
(2) – a.g.gazete, 7.9.1933
    – Hüseyin MENÇ, Milli Mücadele Yıllarında Amasya, 2. Baskı Amasya Valiliği Kültür Yayınları, s. 483-487
BİLGİ NOTU:
“27 Numaralı Amasya Tayyaresi”  hakkında bilgilerin yer aldığı “Milli Mücadele Yıllarında Amasya” isimli çalışmamın 2. baskısı Amasya Valiliği Kültür Yayınları arasında çıkmasından sonra Merzifon Askeri Üst Komutanlığı tarafından tayyarenin bir maketi yapılmak suretiyle zamanın Valisi Hüseyin Poroy’a hediye edilmişti. Bu maket Valiliğin ikinci katında cam muhafaza içerisinde teşhir edilmek üzere yerleştirilmişti.

Gökten üç elma düştü, birinin adı "MİSKET"

Gökten üç elma düştü” diye son bulur hep mutlu hikâyeler. Elma sevgiyi temsil eder. Gücü temsil eder. Bu özelliği ile sayısız şiir dizelerinde yer bulmuş, şarkı ve türkülere malzeme olmuştur. Efsanelerde gücünü artırmış ve tanrılara (!) sunulan en gözde meyve olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine bu efsanelerin birinde yaşanan güzellik yarışmasında da dünyanın ilk rüşveti olarak betimlenir. Bütün bu özelliklerini yanıbaşına alan bir elma çeşidi daha vardır ki kokusu ile öne çıkar. Bunun adı “Misket” tir.


Amasya denilince akla ilk defa Misket elması gelir Türkiye'nin neresinde olursanız olun. Eğer mevsimiyse mutlaka misket elma "Amasya Elması" diye karşınıza çıkar. Manavın tezgahında. seyyar satıcının arabasında "AMASYA ELMASI" karşılar sizi. Bunun yetiştirildiği mekan önemli değildir. İster Niğde'de, ister Bor ve Kastamonu'da yetiştirilmiş olsa da adı "AMASYA ELMASI"'dır.
  Amasya'nın adıyla bütünleşen MİSKET, özelliğini yine Amasya'nın coğrafi yapısından almaktadır. Söylendiğine göre Amasya Vadisi elmanın aradığı tam ortammış. Boğazın esintisi, elmaya ayrı bir tat verir. Kokusu da burada gizliymiş.
   Tarımda çalışanların ekonomik yönden beklentilerine cevap vermese bile o Amasya'nın meyvesidir. Elmalıkların yerine şeftali dikilse bile o türkülere sığınmış ve

“Kilo kilo elmalar
Pazarlarda satarlar
Amasya'nın gençleri
Hem okur hem yazarlar” şeklinde bir kültür zenginliğine ulaşmıştır.
 
Elmanın sağlığımızdaki yeri
   Elma bir çok besleyici özelliği olan bir gıdadır. Meyvelerin en çok tüketileni elma; azot, fosfor, potasyum, C, B, PP ve E vitaminlerinin yanı sıra lif de içerir.
   Bu özellikleri elmayı, yeni bir güne başlamak için, sağlıklı kılıyor. Ancak elmadaki vitaminlerden tam olarak yararlanabilmek için pratik ama özel bir yol seçmek de gerekiyor.

Bazı tavsiyeler
   Gece yatmadan önce, bir bardak suyla, bir elma koyun başınızın yanına. Sabah uyanınca, ilk işiniz. suyu içmek elmayı yemek olsun.
  Eskilerin insanlara tavsiyeleri arasında "Yemeğe elma ile başlayınız" demelerindeki espri iyi bir sindirim ve güzel koku vermesindendir. "Armudu say da ye elmayı soy da ye" sözü buna delalet eder.

Amasya Elması’nın özelliği
    Yurt çapında Amasya elması diye bilinen MİSKET'in en büyük özelliği bir yıl meyve verirse diğer yıl vermemesidir.
      Bir yüzü kırmızı ve diğer yüzü san ilâ yeşilimsi bir rengi taşır. İnce kabuklu hoş kokuludur. Sert ve dayanıklıdır. Uzun süre saklamaya elverişlidir.
     Amasya elmasının iki türü vardır. Daha küçük ve tatlı olanına MİSKET elması denir. Daha iri ve aşılı olanına ise KABAK elması adı verilir. Amasya elması meyveye geç yatar 8 ilâ 10 yaşından önce ürün vermez.
     Elmanın sağlık yönünden faydası ve ne kadar yenilirse yenilsin dokunmayacağını vurgulamaktadır.
     Elma vitamince zengin meyvelerdendir. A ve C vitaminleri oldukça fazlı miktarda bulunur. Yapılan araştırmalar düzenli bir şekilde elma tüketmekte olan insanların %50'sinden fazlasında %10'un üzerinde kolestrol azalması olduğunu göstermiştir.
     Elma, sinir ve adaleleri kuvvetlendirir. İdrar söktürür. Ağızdaki mikropları öldürür. Diş ve diş etlerinin sağlığını korur. Karaciğerin salgısını ve safra salgısını artırır. Yemeklerden sonra hazımsızlık çekenlere elma faydalıdır. Yatıştıra ve uyku vericidir. Baş ağrısına iyi gelir. Taze suyu deriye sürülecek olursa deriyi sağlamlaştırır. Cilde güzellik verir.

Türkülerimizdeki yeri;
Amasya'da dinlenen türkülerimizde yer yer "elma" unsuruna rastlamak mümkündür. Sevda çeken gençlerin dilinden "elma" düşmez. Zaten "elma" başlı başına sevdayı temsil eder. Karşılıklı sevgiyi verilen elma perçinler. Bundan hareketle sevda ve elma Amasya'da bir araya gelmiştir. Türkülerimize zenginlik katmıştır. Amasya'da "elma"nın yer aldığı türkülerimizden bazıları şöyledir.
Amasya'nın elması
Elmaların en hası
Sen dururken neyleyim
Pırlantayı elması
***
Elmalıkta buluşak
Ak elleri yumuşak
Görünme gel annene
Gizli gizli konuşak
***
Elmaları soyarım
Ben gönlüne koyarım
Beni kabul etmezsen
Gençliğime kıyarım.

Kilo kilo elmalar
Pazarlarda satarlar
Amasya'nın gençleri
Hem okur hem yazarlar
***
Elma dalında kızarır
Bekar oğlanlar kız alır
Seni nasıl alayım
Baban başlığı yüz alır
***
Her derde devadır derler
Hasta sağlam seni iştahla yerler
Gurbettekiler de hasret çekerler
Lokman mısın, Amasya Elması

KEŞKEK "Keşke etli olsaydı"

Keşkek
Amasyalı’nın baş yemeğidir Bayram sabahlarının, özel ziyafetlerin, en saygın misafirlerin ikram edilen vazgeçilmez yemeğidir. Ne de olsa Padişahın beğendiği ve koskoca ordusuna ikram da bulunduğu çok özel bir yemektir o. Ama ilginç bir hikâyeyi saklar içinde…

  Her ilin kendi yetiştirdiği sebzelerden, etli yemekler, kebap çeşitleriyle kültürünü belirleyip yaptığı yemeklerle ünlenmişlerdir. Amasya’nın da ünlü yemekleri vardır. Adları birbirine benzese de lezzetleri ve damak tatları farklı olan yemekleri bayram sabahlarında, düğünlerde ve ziyafet sofralarında misafirlerin önüne özenle servis yapılır.
  Amasya Mutfak Kültüründe sıkça kullanılan “Keşkek” yemeğimiz vardır. Eskilerin misafirlerine ikram ederken “bizim hanımın yaptığı keşkeği yerken parmaklarını da yersin” diye espri dolu bir yemektir. Keşkeği yapandan yapana, aşçıdan aşçıya değişir. Amasya’da yapılan keşkek ilçelerinde yapılan keşkeklerle karşılaştırıldığında bile fark eder. Amasya’daki keşkek saray kültürünü taşır. Padişah ve şehzade çeşnisini alır içerisine.
  Peki böylesine överek anlatılan bu yemeğin hikâyesini hiç merak ettik mi?
  İşte “Keşkek” yemeğinin 500 yıllık hikâyesi:

“Keşkek”
  Yavuz Sultan Selim Han’ın 1514 yılında düzenlediği İran seferi dönüşü ordusunu dinlendirmek ve kışı geçirmek üzere doğduğu şehir Amasya’ya doğru yola çıktığı haber alınır. Yol üzerinde bulunan köylerden birinde bu haberi alan yaşlı bir kadın ne olursa olsun Padişah efendisini evine buyur edecek bir tabak aş ikram edecektir. Evinin ambarında bulunan iri yarma ve nohut ile birkaç gün öncesinde komşularının verdiği kuzu etinden geriye kalan az etli kaburgalardan başka bir şey de yoktur. Ve yine ne olursa olsun ihtiyar kadın elinde bulunanlarla yemeğini yapacaktır.
   Büyük bir heyecanla başlar yemek yapmaya. Fırınında ekmeklerini bir güzel pişirir. Yanan fırınında sık sık yalnızca kendisi için yaptığı fakir yemeğinden öyle bir pişirecekti ki yiyenlerin tadı damaklarında kalacaktı.   Evinde, elinde avucunda ne varsa kullanacaktı. Ancak yemeğe lezzet verecek olan etin az olduğunun fark edilmemesi düşüncesiyle önce toprak küpün en altına az etli kaburgaları yerleştirir. Üzerine bir tas yarma, bir tas da nohut ilâve edip su ile doldurur. Tuzunu ekeler. Daha sonra bahçedeki ekmek fırınına sürer.
   Fırındaki odun ateşinde küpteki yemek pişe dursun bir taraftan diğer taraftan da gözleri yoldadır.  Küp, ateş içinde ısındıkça suyunu kaybeder. Küp içindeki su eksildikçe üzerine su ilâve eder. Ama bir türlü Padişahın askerleri görülmez. Aradan saatler geçer yolda ne gelen var ne giden. Fırındaki yemekte ısındıkça kaynar,
kaynadıkça üzerine su ekler, su eklendikçe yarma ve nohutları iyice erir. Gece biter,sabaha kadar fırındaki ateşi söndürmez, yemeğini sıcak tutar. Nihayet sabahın ilk ışıklarında Padişahın askerlerinin atlarını terletircesine koşturarak geldiklerini görür. İhtiyar kadın heyecanla yolu keser. Padişahı sorar, bir kepçe aşından tatmadan, bir tas ayranını içirmeden göndermeyeceğini yalvarırcasına söyler. Bu ısrara dayanamayan askerler mola vermek zorunda kalırlar.
Hele ana çıkar bakalım şu aşını, bakalım Padişah efendimize yakışır mı?” derler. Kadın öyle heyecanlıdır ki, fırında bekleyen küpünü çıkarır, askerlerin sofrasına yerleştirir. Askerler yemeği kontrol etmek maksadıyla küpün içine bakarlar. Küp içinde et kokusu var ama sanki et yoktur. Fırında saatlerce kaynayan kaburga etleri lokum gibi erimiştir. Yemeğin görünüşü ilk bakışta memnun etmez askerleri. Askerin biri yaşlı kadına dönerek; “Keşke etli olsaydı” der. Kadın tahta kepçeyi küpün içine daldırır, karıştırır, kaburganın üzerine kalabilen etleri küpün üzerine çıkarır. “Hele şimdi bak oğul” der. Bir kaşık tadarlar. Bir kaşık daha derken aşın lezzetini alan askerler “Keşke etli olsaydı” dediklerinden utanırlar. Hem de Yavuz Sultan Selim Han’ın sofrasına yakışan bir yemek olduğu kanaatine varırlar.
    Padişah bu köylünün sıcak sofrasına misafir edilir. Köylü kadın, askerlerin “Keşke etli olsaydı” dediği yemeğini ikram eder. Padişah bu yemeği afiyetle yediği gibi, aşçıbaşısına da Amasya’ya ilk gidildiği vakit bu yemekten yapmasını bütün orduya dağıtılması emrini verir.
    İşte “Keşke etli olsaydı” denen yemek Padişah sofrasında yer alır ve zamanla “Keşkek” diye ünlenir.
    Artık Keşkek, Amasyalı’nın baş yemeğidir Bayram sabahlarının, özel ziyafetlerin, en saygın misafirlerin ikram edilen vazgeçilmez yemeğidir. Ne de olsa Padişahın beğendiği ve koskoca ordusuna ikram da bulunduğu çok özel bir yemektir o.

17 Şubat 2011 Perşembe

Bir de baktık ki, ırmak donmuş!

YEŞİLIRMAK ORTASINDA HÂTIRA FOTOĞRAFI
   Aşırı soğuklardan Yeşilırmak 22 Şubat 1985 gecesi dondu. 30 yıl sonra donan Yeşilırmak, Amasyalıların ilgi odağı oldu. Köprüyü kullanma ihtiyacı duymadan yürüyerek ırmak üzerinden karşıya geçildi.
  Kolay kolay bir daha göremeyecekleri bu manzarayı kaçırmak istemeyenler Yeşilırmak’ın orta yerinde hatıra fotoğrafı çektirdiler.  (Fotoğraflar: hha-Foto Apaydın)


  1985 yılının Şubat ayında bütün yurdu etkisi altına alan karakış aman vermedi, günlük hayatı felç etti.
  Şubat ayının sonlarına doğru kar ve soğuk giderek etkisini artırırken 22 Şubat gecesi bilhassa Amasya merkezden geçmekte olan ve şehrimizin can damarı olan Yeşilırmak’ta dondurucu yüzünü gösterdi. Yeşilırmak Maydanoz Köprü ile Hükümet Köprü arasındaki kısımlarda dondu. Meteoroloji yetkililerinin yaptığı açıklamalara göre son 30 yılın en soğuk günleri yaşandı. 
  Gecenin dondurucu soğukluğu günün aydınlanmasından sonra da hayatı felç etti. Bu arada son otuz yılın en dondurucu günün hâtırasını belgelemek için bazı vatandaşlar Yeşilırmak’ın üzerinden yürüyerek karşıya geçtiler, fotoğraf çekindiler. Bu ender yaşanan hâdise, o yıllarda Amasya’da gazetecilik yapan AK Ajans Muhabiri Mithat ERTÜRK, Cumhuriyet Gazetesi Muhabiri Vedat ŞİMŞEK, Milliyet Gazetesi Muhabiri Namık KİTAPÇI, Hürriyet Haber Ajansından Erol APAYDIN tarafından fotoğraflanıp gazetelerin ilk sayfalarına taşıdılar. Hürriyet Gazetesi’nin ilk sayfasında “Yeşilırmak 30 yıldır ilk kez dondu” başlığı altında verildi. Aynı gazetenin bölge sayfasında da Yeşilırmak üzerinde poz veren Amasyalıların fotoğrafı altında “Görülmemiş Kış” başlığı ile “Orta Karadeniz Bölgesi’nde 30 yıldan bu yana ilk kez görülen yoğun kış koşulları sonucu, ulaşım ve haberleşmede aksaklıklar meydana geldi. Amasya’da Yeşilırmak’ın donması şaşkınlıkla karşılandı. Yeşilırmak’tan vatandaşlar, köprüyü kullanmadan karşıdan karşıya geçebiliyorlar.” notları yer aldı.
Gazete haberlerine göre
  Öte yandan ulusal gazetelerin haber merkezlerine ulaşan bilgilere göre aynı gece Kızılırmak donmuş, Uludağ’da kar kalınlığı 2,5 metreye ulaşmıştı. O günkü gazetelerde yer alan haberlerde soğuklar, Ağrı’da sıfırın altında 35, Erzurum’da 32, Ankara’da 22 dereceye kadar düştüğü yönünde bilgiler verilmiştir.

15 Şubat 2011 Salı

“Bir Selağzı’na gidip gelelim…”

   Amasya’nın en çok değişen veya değiştirilen mekânı “Selağzı” olmuştur.  1950’den sonra hızlı yaşanan şehirleşmenin gereği olarak yeni düzenlemelerle birlikte açılan meydana “Yavuzselim” adı verildi. Bilindiği gibi Sultan II.Bayezid’in Amasya valiliği sırasında Şehzade Selim Amasya’da dünyaya gelmişti. 11 yaşına kadar Amasya’da yetişen Osmanlının güçlü padişahları arasında yer alan Yavuz Selim’in hâtırasına meydana ismi verilmiştir. 1953-1981’e kadar şehrin en önemli iş yerlerinin bulunduğu ve Amasya’nın adeta vitrini durumundaki meydana yeni bir çehre kazandırmak için çevresindeki iş yerleri, konutlar istimlak edilerek yıktırıldı. Atatürk’ün doğumunun 100. yılı etkinlikleri çerçevesinde Milli Mücadelede Amasya’yı sembolize eden Atatürk Anıtı ile çevre düzenlemesi yapıldı. 1983’de meydan yeni yüzüne kavuştu ancak o eski ticari canlılığını kaybetti.
     Bugün geçmiş günlerin siyah beyaz fotoğrafları arasında kalmış olan “Selağzı”ndan Yavuzselim Meydanı’na uzanan bir zaman aralığından pencere açıp, siyah beyaz fotoğrafın şahitliğinde geçmişten hâtıraları yâd etmek istedim.  Uzun yıllar Selağzı’nın orta yerini işgal eden 101 Telefon Taksi. Yeni Sinema’nın afiş tahtasında haftada bir değişen  saat 14 ve 19.30 gösterilecek filmlerin afişleri ile bu filmlerin siyah beyaz sahne çekimleri fotoğraflarını dikkatle seyredenler gözümün önüne  geliyor. Faytoncuların müşteri bekleme yeri derken, sıcaktan bunalanların küçük havuzlar fıskiyelerden etrafa saçılan sularda serinleyenler.  Dizi dizi Arnavut taş döşemeli koskoca meydan. Belki de büyük şehir görmediğimizden olacak meydan koskoca değildi de bize öyle geliyordu…
   Kimbilir kaç genç kız yalvar yakar annesine fısıldayarak izin alıp babasının duymaması şartı ile gizlice Emrullah Amca’nın pastanesine oturmuştu da sup kaşıklamıştı, yarı sevdalı yarı baygın ve de tereddüt içinde. Cemalettin Kitapçı’nın gazete bayiinden 15 kuruşa gazete almasını beceremeyenler komşunun sarışın kızına Resimli Roman, Ses veya Hayat Mecmuası’nı almayı maharet sayıp koşturmalarını hatırladım da içimi geçmişin hatıralarıyla doldurdum…
   Bizim çocukluğumuzda halkın, alışveriş yapmak için piyasayı kontrol ve çevrede olan bitenleri öğrenmek için  sık sık tekrarladığı bir cümle vardı “Bir Selağzı’na gidip gelelim”    İşte bu düşüncelerle bir soluk Selağzı’na gittim… Hatıraları peşime takıp…

8 Şubat 2011 Salı

AMASYA; binlerce yıldır aynı ad ile anılıyor

Amasya’nın bilinen en eski adı, söylendiği biçimi ile günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelen AMASYA’dır. (1) Eski kayıtlarda ve buluntularda AMASIE, AMESSEİA AMACCEİA, AMASS - AMACIA - AMACCIA ismi okunmaktadır. AMASYA’nın açık şekilde okunduğu, şehir isimlerini  Pers, Pont ve Roma  dönemlerinde ticarette kullandığı gümüş ve bronz  sikkeler (paralar) üzerinde görmek mümkündür.

Antik Haritalarda da mevcut
  Birçok antik Anadolu haritalarda Amasya adı, değişime uğramadan günümüze kadar gelebilen ender şehirlerden biri olduğunu göstermektedir. Amasya’nın fethinden önce ve sonrasında da Türkler, AMASIE, AMASSEİA’yı (veya AMACCIA-AMACIA) kendi dillerinde söylendiği gibi AMASYA yapmışlardır. Milattan önce 60 ve Milattan sonra 19. yıllarda yaşadığı bilinen ve Amasya’da doğan eski çağın bilim adamlarından Strabon, yazdığı ünlü Coğrafya kitabında Amasya’dan Amasseia olarak söz etmektedir.

Amasya’ya verilen sıfatlar
   Tarihte Amasya, çeşitli sıfatlar ile anılmıştır. Yazılı kaynaklarda adından bahsedilirken Kıbletül Ülema (Alimlerin merkezi), Türbetül Evliya (Evliyaların toplandığı yer), Darül Futuh (Fetihlerin çıkış yeri), Bağdadül Rum (Anadolu’nun Bağdadı), Medinetül Hükema (Akıl ve hikmet sahiplerinin şehri), Darül İzz (İzzet ve saadet yurdu) Kasr’ün Selatin (Padişahların köşkü) gibi isimler verilmiştir. (2 )

“AMASYA” adı üzerine çeşitlemeler
  Bazı tarihçiler tarafından şehrin, efsanevi kadın savaşçılar Amazonlar tarafından kurulduğu kaydedilmiştir. Amasseia ismini taşıyan güzel Amazon kraliçesinin ismi de bu yerleşim yerine verildiği ileri sürülür.

  Amasya Tarihi yazarı Hüseyin Hüsameddin Efendi Amasya isminin kaynağını sıralarken Hititler döneminde zikredilmeye başlandığını belirtmektedir. Amasya ve çevresinde hakimiyet kuran ilk büyük devlet olan Hititler’e dayanan isimlendirmede Hitit krallarından Amas Han, şehri kurmuş ve Amasit adını  vermiş olabileceği ayrıca belirtilmektedir.
   Hitit Konfederasyonu’nu oluşturan on üç hükümetten biri de Amasit idi. Amasya ve dolayları bu hükümetin merkezi durumundaydı. Kentin adını tarihte savaşçı kavimler arasında ün yapmış olan  Amasitler’- den aldığı ve  Amasseia ismini taşıyan  güzel Amazon kraliçesinin ismi de bu yerleşim yerine verildiği öne sürülmüştür.
    Başka bir görüşe göre şehir, Mısır firavunlarından Amasis (Amesis) tarafından kuruldu ve bu nedenle şehir Amasya adını aldığını Arap tarihçilerin kitaplarında gördüğünü kaydeden Hüseyin Hüseyin Hüsameddin Efendi kendi eserinde;
   Halbuki bu iddia, umumi tarihlerdeki bilgilere uygun değildir.” diyerek eleştiriyor.
    Söylendiğine göre, vaktiyle Amasya’da elmas taşlarının çıkarılmış olmasın dan dolayı şehre “Elmasya” adı verilmiş. Halk dilinde değişmesiyle beraber “ Amasya” şeklini almıştır.
    Bu isimlendirmenin de dayanağının olmadığı ve sadece bir hikâye olarak anlatılmasıyla folklorik değer kazanır.


(1) - Milattan önce 60 ve Milattan sonra 19. yıllarda yaşadığı bilinen ve Amasya’da doğan eski çağın bilim adamlarından Strabon, yazdığı ünlü Coğrafya kitabında Amasya’dan Amasseia olarak söz etmektedir. ( Strabon ; Coğrafya , Çeviri  Prof.Dr. Adnan Pekman, İst. 1987)
   Hüseyin Hüsameddin’in kaydettiğine göre, Ahmed Mithat efendi Mufassal Kurun-u Cedide de şehre “Amasia”  demektedir.   Charles Texier, Küçük Asya Asar-ı Kadimesinde  Tarih ve Coğrafyası isimli eserinde  “Amazis”  diye bahsetmektedir.
    Mareşal Molkte Şark Hatıratı adlı kitabında “Amazus, Amizus” olarak kaydetmiştir.
(2) - Hüseyin Hüsameddin Yasar : Amasya Tarihi Cilt 1


Cumhuriyet İdaresinin ilk hediyesi: AMASYA'nın İl Olması

20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 89. maddesi gereğince Türkiye 68 vilayete taksim edildi. Bu taksimata göre en az ilçeye sahip Amasya vilayetinin sınırları da belirlendi. Bu belirlemeye göre Gümüşhacıköy ve Merzifon ilçelerinden meydana gelen il şeklini aldı.

   29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilânı ile uzun bir süredir ihmal edilmiş olan Amasya’nın makus talihi kırılmış oldu. Osmanlı’nın Yükseliş Dönemlerinde parlak yıllar yaşayan Amasya önemli bir “Sancak” konumundayken şehzadelerin yaşadığı çevre vilayetlerin vergilerinin toplandığı bir merkez durumundayken Osmanlının gerilemesiyle beraber Amasya “Sancak” merkezi olmasından çıkarılmasıyla beraber o eski parlak dönemlerini kaybetmiş ve Sivas Vilayetine bağlı bir  Liva (mutasarrıflık) derecesine indirilmişti. Cumhuriyet in ilanı sonrasında 1924 yılında Livaların kaldırılması üzerine il haline getirilmiştir. 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 89. maddesi gereğince Türkiye 68 vilayete taksim edildi. Bu taksimata göre en az ilçeye sahip Amasya vilayetinin sınırları da belirlendi. Gümüşhacıköy ve Merzifon ilçelerinden meydana gelen il şeklini aldı. 1905 tarihli Devlet Salnamesine göre Amasya Sancağı’na bağlı olan Köprü, Ladik ve Havza ilçeleri Samsun'a, Mecitözü ve Osmancık da Çorum'a bağlanarak Amasya ile idari irtibatları kesilmiş oldu.

Şehrin en önemli sanayisi Un fabrikalarıydı
 1924 yılında Vilayetin genel nüfusu 307 bin 527 olarak kayıtlara geçti. Nüfusunun çoğunlu tarımla uğraşıyor ve buna bağlı olarak o şartlarda sanayi olarak un fabrikaları ön plâna çıkıyordu. İl merkezinde Yeşilırmak’tan istifade ederek kurulan un fabrikalarından Köle Mezarlığı civarında Hickiyanzakar, Hacıosmanzade Biraderler, Ziyaret Köprü başında Seyfizade Kâzım ve ortakları, Pirinçci Mahallesi Yeşilırmak kenarında Şirvani zade Fuad ve Tahir, Bayezidpaşa Mahallesi’nde Topçuzade Hilmi ve ortakları, Çağlayan Köprü başında Mahmudbeyzade Mehmed Adil ve ortakları, Sade Helkıs Mahallesi Yeşilırmak kenarında Veznedarzade Ali Atıf Efendi’ye ait un fabrikaları faaliyet göstermekteydiler.

Diğer meslekler
  O yılların şartlarında gözde meslekler arasında yer alan semercilikte ayrı bir yer tutmaktadır. Elbistanlıoğlu Hüseyin, Bedellioğlu Mehmet, Çorumlu Hafız Abdullah, Hasanustaoğlu Mehmed, Arifbabazade Ahmed, Alioğlu Yahya, Karslıoğlu İbrahim, Lülecioğlu Agop, Mehmedoğlu Nuri ve Muhyiddinoğlu Ahmed taşıma ve binek hayvanlarına semer dikimi ile hizmet vermekteydiler.    

Cumhuriyetin ilk Amasya Valisi;  İsmail Hakkı (Mumcu)
Cumhuriyet idaresinin Amasya’ya ilk atadığı vali, eski mebuslardan Mumcu zade İsmail Hakkı Bey oldu.
  1879’da Amasya’da doğdu. Babası Mehmet Atâ’dır. Mülkiye’den mezun oldu. Önceleri öğretmenlik ve idarecilik yaptı. Erbaa Kaymakamlığı’nda bulundu. Vilayet Daimi Encümeni Üyeliğine seçildi. Osmanlı Meclisi Mebusan’nın 3. Döneminde Sivas Vilayeti Amasya Sancağı mebusu seçilerek İstanbul’a gitti.  Meclisin kapatılması üzerine Amasya’ya döndü.
   Mücadeleyi cephe gerisinden destek veren çalışmalarda bulundu. 25 Mayıs 1920’de başlayan Zile isyanını bastıran Amasyalılar arasında yer aldı. Cumhuriyetin ilanından sonra bir yıl süre ile yeni valinin atama işlemine kadar Amasya valiliği görevinde bulundu. 1926’da yapılan seçimlerde 3. Dönem Amasya Mebusu oldu. TBMM 4., 5. ve 6. dönemlerinde  CHF Amasya Milletvekili  olarak mecliste temsil etme hakkını taşıdı.  Soy isim kanununda MUMCU soyadını aldı. Kırmızı şeritli İstiklal Madalyası’na sahip olan İsmail Hakkı, 13 Mayıs 1945’te Amasya’da vefat etti.