21 Ağustos 2011 Pazar

Ramazan Topumuz


Ramazan Topu üzerine Çeşitlemeler:
    Ramazan topunun geleneksel atışları yüzyılları aşkın zamandır devam etmektedir. Bunca senedir yerine getirilen bu geleneksel atışlar sırasında geçtiğimiz yüzyıl içinde aksamalar olup olmadığını bilemiyoruz ancak yakın tarihimiz içerisinde basına aksedenlerden edindiğimiz bilgilere ve şahit olduğumuz hadiselere göre ilginç olaylar yaşandı. Yakın tarihin geçmişi arasına sıkışan hadiselerden derlediğimiz bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ziya Paşa'nın hâtırası

   1864-1866 yılları arasında Amasya’da mutasarrıflık yapan ünlü şair Ziya Paşa, Amasya’da birçok imar faaliyetlerinde bulunmuştu. Bu faaliyetleri arasında Amasya kalesinde de birtakım yeni düzenlemelere girdi. Bu düzenlemeler sırasında kalede bulunan çok sayıdaki eski topları biri hariç bırakılarak diğerlerini kaldırttı.
    Her ramazan ayında iftar ve sahur vakitlerinin duyurulması maksadı ile Dizdar ağaları “Kale Muhafızı” odasında ayrı bir düzenleme yaptırıp top arabasını koydurtarak top atışlarını yapacak bir kişiyi vazifelendirdi.  Bu vazifeli aynı zamanda dini bayramlar öncesinde arife günü ve bayram sabahında da önden doldurmalı topu ateşleyerek halkın manevi coşkusuna katkıda bulunmuştur.
   Ziya Paşa’dan önce Ramazan ayına mahsus olarak kaleden top atışlarının yapıldığına dair bazı seyyahların notlarına tesadüf ediyoruz. Ancak bilinen ve kayıtlarda rastlanan 1865 yılından bu tarafa Mutasarrıf Ziya Paşa’nın vazifelendirilmesiyle başlayan bu gelenek günümüze kadar süre gelmiştir.
Topçunun parmakları yanmıştı
  Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinden aldığım bir belgede 1892 yılında Ramazan Topunu kullanan işçinin kazaya uğrdığı yönünde bilgiler verilmişti. Bu belgeye göre;  Ramazan ayı boyunca ve dini bayramlarda Amasya Kalesi’nden top atmakla vazifelendirilen Mehmed adındaki kişi 1892 yılı Kurban Bayramı sabahında da topu ateşlemesi sırasında gerek ihmalkârlığı ve gerekse tedbirsizlik sonucunda parmaklarını yakmış ve iş göremez duruma düşmüştü. Yapılan tahkikat sonucunda topu atmakla vazifelendirilen Mehmed’e ailesinin geçimini temin için 22 Aralık 1892’de maaş bağlanmıştı. 
Ramazan topunun azizliği
   Fitil erken sönünce: Amasya Kalesi’nden her ramazan ayı boyunca Müslümanların sahur ve iftar vaktini haber veren top atışları zaman zaman bazı aksaklılara da sebep olmuştu. 16 Ocak 1997’de iftar vakti sırasında ateşlenen fitil baruta kadar ulaşamayıp sönünce top atışı gerçekleştirilememişti. Oruçlarını açmak için iftar sofrasında bekleyen Amasyalılar yıllardır alışık oldukları sesi duyamamanın şaşkınlığını yaşamışlardı.
Ramazan topuna barut bulunamadı
  1998 yılında Ramazan topu atışının yapılması için gerekli olan barut Belediye tarafından temin edilemeyince bu gelenek yerine getirilememişti. Top atışları yerine getirilemeyince Belediye yetkilileri çareyi havai fişek atmakta buldular.
  Top atışlarının yapılabilmesi için gerekli olan 75 kilo barutun temin edilememesini o sene içerisinde  Kırıkkale Silah Fabrikası’nda meydana gelen patlamalarla barut stoklarının da havaya uçmasına bağlamışlardı.  Ramazan boyunca top atışlarının yerini tutması için iftar ve sahur vaktinde 100 adet havai fişek kullanılmıştı.
Top arabasının tekerlerini bile yaktılar.
   1994 yılında ramazan topunun muhafaza edildiği kule içerisine giren bazı sorumsuz kişi ya da kişiler tarafından tarihi top arabasının ahşap tekerleri yerinden sökülmüş ve yakılmıştı.
  Sorumsuzların, tarihe saygısızlıkları neticesinde tarihi hatıra olan top arabasının ahşap tekerleri Belediye tarafından yeniden yapılmış ve eski görüntüsüne kavuşturuldu.
“Bir defasında çakmağı unutmuşum (Hocam, sen ezanı oku, sen ezanı oku !) diye bağırdım.”
  Ramazan topunu ateşleyen Seyfettin Gökçe yıllardır topu ateşlemesine karşılık bir defasında çakmağı evde unutmuştu. Yedek olarak top arabasının yanına bıraktığı çakmağın da yerinde olmadığını görünce olanlar oldu. İftar vaktinde topu ateşleyemedi. Sultan Bayezid Camii müezzininin ezanı okumak için top atışını beklediğini bildiğinden dışarı çıkıp bir taraftan zıplayarak el kol hareketi yapıp bir taraftan da camiye doğru var gücüyle bağırmıştı  
“- Hocam sen ezanı oku, sen ezanı oku !”

18 Ağustos 2011 Perşembe

Amasya’da ramazan geleneği


 Osman Fevzi Olcay;İftar zamanı gelince orucu bozmak için bir top atılır ki, bu topun sesi Amasya’nın Ziyere Mahallesi’ne kadar gider, onlarda topun sesinden yararlanırlardı” der hâtıralarında

Ramazan ayı gündüz oruçların tutulduğu geceleri de teravih namazlarının kılınmasıyla ibadetlerin yapıldığı kadar tatlı hâtıranın yaşandığı ve eskiye özlem duyulduğu bir ay olarak hâtırlara gelmektedir. İşte bu hatıralardan bazılarını yazıya geçiren Osman Fevzi Olcay’ın defterinden derlediğimiz  “Amasya’da eski ramazanlar”
  Amasya tarihi üzerine yaptığı araştırmaları ile tanınan Osman Fevzi Olcay “Amasya Hatıraları” Bildiklerim, Gördüklerim, İşittiklerim ile Amasya” adını verdiği çalışmasında “Amasya’nın Geleneklerinden Ramazan Hayatı” bölüm başlığı altında yaşadığı dönemlerde Amasya’da Ramazan hayatını hatıralarına dayanarak anlatmıştır.
Gönüllere neş’e veren mübarek ay
   “Her İslam ülkesinde Ramazan-ı Şerif ayını karşılamak üzere çeşitli gelenekler bulunduğunda şüphe yoktur. Amasya halkı da bu kutsi ve mübarek ayın şanı şerefine uygun olarak bu hazırlığı Şaban ayının on beşinden sonra yapmaya başlar. Her sınıf insan kendi maddi varlığı nispetinde hazırlanır. Yufka ve erişte yapmak en başta gelen geleneklerdendir.
   Bu işler hazırlanırken komşularımız birbirleriyle yardımlaşmak suretiyle en güzel insanlık örneğini gösterirler. Çünkü yufka ve erişte gibi işler çok külfetli işler olduğundan yardımlaşmayı gerektirir. Bundan sonra Ramazan hazırlığı olarak reçeller yapılır, pirinçler ayıklanıp temizlendikten sonra yerlerine güzelce istiflenir. Evler temizlenip çamaşırlar yıkanır, banyo yapılır. Velhasıl gönüllere neşe veren bu mübarek aya hoş geldin denirdi.
Cami ve evlerde mukabele okunurdu
  Ramazan-ı şerif’in birinci günü ikindi namazından sonra İslam dünyasının her yerinde olduğu gibi camilerde tertip edilen mukabele dediğimiz Kuran-ı Kerim okuma usulü hafızlar tarafından her gün bir cüz yani yirmi sayfa olarak okunurdu. Mukabele evlerde de okutturulurdu.
Amasya Kalesinde oyun havaları çalınır, toplar atılır
  Amasya’nın Harşena Kalesi dediğimiz kalede her gün ikindi namazından sonra davul ve kırnata eşliğinde oyun havaları çalınırdı. Bu iftar zamanına kadar devam ederdi. 
   İftar zamanı gelince orucu bozmak için bir top atılır ki, bu topun sesi Amasya’nın Ziyere Mahallesine (Ziyaret Kasabası) kadar gider ve oranın halkı da bu topun sesinden yararlanarak oruçlarını bozarlardı. Yine imsak vaktinden önce aynı kalede kırnata eşliğinde davul çalınarak halkı sahura uyandırıp hazırlık yapmaları sağlanırdı. İmsak vaktine kadar kalede bekleyen topçu imsak topunu attıktan sonra işini bitirir fenerini yakıp kaleden şehre inerdi.

Her akşam bir evde toplanırdık
Amasya da her akşam bir arkadaşın evinde toplanıp oturmak ve tatlı sohbetlerle vakit geçirmekte geleneklerimizden biriydi. Ramazan-ı şerif kış mevsimine tesadüf ettiği zaman evlerde toplanır; yaz mevsimine geldiği zaman da Yeşilırmak kenarında bulunan Bahçeleriçi mevkiine giderek genellikle zamanımızı bağ evlerinde geçirirdik. Aramızda yaptığımız yemek listesine göre evlerimizden türlüler, zeytinyağlı patlıcan dolmaları, sini su börekleri, pehlil ve diğer nefis yemekler ortaya gelirdi. Bu arada semaverler yanar, çaylar yavaş yavaş
demini alırdı. Lüks lambalarını yakarak topun sesine kulağımızı verir, top patlar patlamaz orucumuzu bozar, yemekleri yemeye başlardık. Yemekler yeninceye kadarda çaylar demini almış olur, çaylar içilir, tiryakiler sigaralarını yakarak tiryakiliğin verdiği gerginliği atmaya çalışırlardı.
Sahur yemeğine kadar devam eden ev sohbetleri
   Yeşilırmak’ın sakin sakin akıp giden suyunun üzerindeki dolapların nağmeleri, bir taraftan kuşların gece yarısına kadar ötüşleri ve arkadaşlarımız arasında sesi sedası iyi olanların coşarak, adeta kuşlarla yarışırcasına, gazeller, natı şerifler okumaları gayet hoş vakit geçirmemizi sağlardı. Bu toplantılar bazen sahur yemeğine kadar devam eder, sahur yemeğini yedikten sonra evlere dönülürdü.
Fakirlere bedava pide dağıtılırdı
   Mehmetpaşa Camii’nin Yeşilırmak tarafındaki birinci odanın yanı başında ekmek haneyle birde fırın vardır. Banisi bu medreseyi yaptırırken bu içtimai yardımı da ihmal etmemiştir. Bu fırında bilhassa Ramazanı şerif aylarında, bir ay boyunca pideler yapılır ve memleket halkına, mahallenin fakir halkına ve hayır hizmetine dağıtılırdı.
Ramazan geceleri üstadın semaveri devamlı yanar, çaylar demlenir
  Sözleşme Memuru Abdülaziz Efendi, Sofular Mahallesi halkından olup saygıdeğer bir zattı.     Ramazan geceleri üstadın semaveri devamlı yanar, çaylar demlenir ve bunun yanı sıra Ramazana mahsus nefis cevizli çörekler sofraya konulur, çaylarla beraber yenilirdi. Sırayla evimizden getirdiğimiz türlü yemeklerle üstadın sofrasında iftarımızı yapardık. Hayatımızda bu kadar neşeli Ramazan hayatı geçirmek özellikle bu güzel memleketimize özel bir adet olmuştu.



--Osman Fevzi Olcay; “Amasya Hatıraları” Bildiklerim, Gördüklerim, İşittiklerim ile Amasya” Günümüz Türkçesine çeviri Turan Böcekci, Amasya Belediyesi Kültür Yayınları, 2009





   Öve öve bitiremediğimiz Amasya, bizler için “yaşanacak şehir” olduysa, birkaç günlüğüne veya hafta sonu tatillerinde taş döşeli avlusundan geçerek tahta merdivenlerle çıkılan bir konakta kaldıktan sonra “çok güzel” diyerek huzur bulmanın ötesinde bir de “masalımsı, sakin ve romantik şehir” diyenlerin varlığı bir kenara, resmivazifelilerin, siyasi suçluların, rejime karşı mazarrat hareketler içinde bulunanların veya bulunma ihtimali olması gerekçesi Amasya’ya “zorunlu ikâmete” gönderilenlerin sürgün yeri de olmuştur.
Padişah emri ile sürgüne gönderilenler arasında beyler, paşalar olduğu kadar padişah canpâresi evladını bile devlet otoritesini oturtmak kastı ile sürgüne gönderir gibi vazifelendirilenler de olmuştur. "Zorunlu ikâmet" diye isimlendirilen bu sürgüne tâbi tutulanların bakışları nasıldı acaba?. Ruh yapıları hangi zirvenin fırtınalarında üşüyordu?

Şehzadeye sürgün yolu görününce…
   Bir dönem Kanuni Sultan Süleyman’ın genç şehzadelerinden Bayezid, bu topraklara adım atmamak için direnmelerine rağmen “Emir yüksek yerden geldi” düsturu ile istemeye istemeye “Sancakbeyi” olarak beraberinde binlerce askerle gönderilmişti. Zorunlu ikâmet gibi zoraki görev… Netice; Şehzade Bayezid Amasyalıyı değil, Amasya’yı sevmemiş. Ağabeyi Şehzade Mustafa’nın babası tarafından boğdurulmadan önce son görev yeri olmasından dolayı uğursuz saymış. Saydığı gibi de olmuştur. Şehzade Bayezid ağabeyi Şehzade Mustafa’nın akıbetinden kurtulamamıştır.

Şirvanizade Mehmed Rüştü Paşa
   Amasyalı olan Şirvanizade Mehmed Rüştü Paşa çalışkanlığı ile önemli mevkilere yükselmiş, Dahiliye ve Maliye Nazırı (Bakan) olan Paşa, 1871’de Mahmud Nedim Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesinden sonra memleketi Amasya’ya sürgün edildi ve devlet işlerinden uzaklaştırıldı. Amasya’da kaldığı süre içerisinde mümkün olduğu kadar siyasi işlerden uzak durdu.
  Bir müddet sonra Sultan Abdul Aziz Han’ın affına mazhar olarak İstanbul’a davet edilip 16 Nisan 1873 de Sadrazam yapılmıştı.

Ziya Paşa
Türk Edebiyatı’nda önemli bir yere sahip olan Ziya Paşa Abdülaziz Han’ın Üçüncü Katipliğini yaptığı sırada dönemin aydınlarıyla birlikte girdiği siyasi mücadelenin ardından 1864’de Amasya’ya mutasarrıf yapılmış ve İstanbul’dan uzaklaştırılmıştı. 1864 yılının son aylarında Amasya’ya gelen Ziya Paşa 1866 yılı sonuna kadar Mutasarrıflık yapmış ve harap durumdaki şehri mamur hale getirmek için insan üstü gayretlere girmişti.
 
Mâbeyn Başkâtibi Atıf Bey
Sultan Abdulaziz Han döneminin sonunda Mutasarrıf olarak Amasya'ya atanan Mâbeyn Başkâtibi Atıf Bey, saraydan uzaklaştırılarak sürgün edilenlere eklenmiştir. 1879'dan 1883 yılına kadar yaklaşık 5 yıl Amasya'da mutasarrıflık yaptı.
 
Giriftzen Asım Bey
II.Abdülhamid’e Ayân azası Mûşir Fuat Paşa hakkında bazı ihbar ve şikayetler gönderilmesi Mûşir Fuat Paşa’nın sürgüne edilmesine yol açtı. Giriftzen Asım Bey’de bu sürgün edilenlerin arasında yer aldı ve 1883 yılında Amasya’ya sürgün edildi. Giriftzen Asım Bey sanat muhitinde buldu kendini. Sanatındaki tecrübe ve kabiliyetini Amasyalılara aşıladı.

Mehmed Kemal Bey
Sultan İkinci Abdulhamid zamanında Mehmed Kemal Bey “Jön Türkler/Genç Türkler” faaliyetleri içinde bulunmasından dolayı İstanbul’dan uzaklaştırılıp Amasya’ya mutasarrıflık vazifesiyle tayin edildi. Amasya’ya bir nevi sürgün edildi ve 1898-1900 yılları arasında iki yıl zorunlu görev yaptı.
Amasya’ya sürgün edilmesinin şokunu atlatır atlatmaz şehirde imar çalışmalarına hız vermişti.
1899’da Amasya’ya gelen Seyyah Ernst Von Der Nahmer’in Mehmed Kemal Bey’in çalışmalarından övgü ile söz etmiştir.

 Sürgünlerden kazanan Amasya oldu
Şahısların hayrına olup olmadığını bilemeyiz ama, yüzyıllardır yaşanan Amasya’ya sürgün edilmelerin Amasya’nın hayrına olduğu bir gerçektir. İmarlaşmada, ekonomik gelişmelere yol açacak projelerin uygulamaya konulması, kültür hayatında yeni atılımların ortaya çıkması hep bu sürgünlerin olumlu sonuçlarıdır.

Şehitlikte yüreği yanan bir ana

    15-17 Temmuz 2011’de evlâdı fatihan topraklarından Bosna/Hersek’e yaptığımız ziyarette Osmanlı’ya vezir yetiştiren Travnik’e yolumuz düştü. Asıl amacımız 1993’te Bosna Savaşı sırasında gönüllü olarak Bosna’ya gitmiş ve Müslümanların safında Hırvat ve Sırplara karşı savaşan Amasyalı Ahmed DEMİRER kardeşimizin mezarını ziyaret edip, dualarımızı göndermekti. “Beyaz Zambaklar” adı ile anılan şehitlikte mezar taşlarını tek tek kontrol ederek aziz şehidimizi mermer bloklar arasında ısrarla aradık.
Travnik Şehitliği’nde Amasyalı Ahmed Demirer’in mezarını ararken Boşnak bir kadını bembeyaz mermer taşların arasında bir mezarın otlarını temizlerken gördüm.
“-Selamunaleyküm” diye seslendim. İrkilerek daldığı dünyasından bana doğru döndü.
“-Aleykümselam” diye karşılık verdi kısılmış ses tonuyla. Heyecan içerisinde mezar taşını gösterdi ve
“-Bu benim oğlum” dediğini tahmin ettiğim bir cümleyle devam etti. Mezar taşında;
“-Gapurovi –Rahima- Samir ismi okunuyordu.
“-Rahima siz misiniz ?” diye soruma elini göğsüne götürerek gururla
“-Rahima ben” diyerek mezar taşına kazınan kendi ismini işaret etti. Gözleri dolu doluydu. Kim bilir içinde hangi fırtınalar esmekteydi. Belki de o şehit anası, el bebek gül bebek büyüttüğü canpâresi Samir’in yeni yürümeye başladığı
zamanki yıllarda yaşıyordu. Daldığı hayal âleminden şimdiki zamana taşımıştık bir anda.
Mezar taşında doğum tarihi 2 Nisan 1970, ölüm tarihi 9 Ağustos 1993 yazılmıştı. Samir, 23 yaşında hayatının baharında koparılmıştı ana yüreğinden…
Aradan geçen yıllara rağmen “Rahima Ana” oğlunun acısını yumak edip bir kenara koyamamış. Gözlerinde biriken yaşları akıtamıyor artık. Fakat evladının şehitlikteki mezarının başına gelerek ayrık otlarını temizliyordu.
Beyaz mermer taşları seviyor, mezar üzerindeki toprağı okşuyordu oğlu yerine…

31 Mart 2011 Perşembe

Kibriti önce Amasyalılar kullandı

  Bir dönemler insan hayatında en önemli üç şeyin tuz, gazyağı ve kibritin olduğunu eskiler hep dile getirmiştir. Bunlardan belki de en önemli olanı kibritti. Zira ısınmak için sobanın tutuşturulmasında, aydınlanmak için gaz lambası fitilinin yakılmasında veya yemek yapmak için ocağın ateşlenmesinde kibrit başroldeydi.
  Bugünler de bizler için önemsiz gibi görülen günlük yaşantımızın arasından çekilen gaz lambası ve kibrit evde kesinlikle bulunması gerekenlerden en önemli temel eşya niteliğindedir.
  Karanlıkta bile el yordamıyla bulunabilmeleri için, yeri hiç değiştirilmeyen kibrit kutusu. Evde kalmadığı zaman defalarca komşulara giden çocuklar veya komşulardan gelen çocuklar…
  Kibrit, öyle her istenildiği zaman her hânede bulunması mümkün olmayan zaman diliminde bir kutu kibrit en kıymetli ev ihtiyaç maddelerinden biri olmuştur.
   Yanan ocak ateşi, bir yakıldığı zaman günlerce söndürülmeden yanar vaziyette tutmak maharet isterdi.  Ona göre kor ateşin üzeri külle örtülür ve ertesi gün yeniden alev alması sağlanırdı.
  Yaşları ilerlemiş ve dünyanın zorluklarından tecrübe edinmiş olanlardan dinlediğimiz  Kibrit pahalı ve bulunması zor olduğundan, ateşi bütün gün ve gece yanık tutardık.” (1) cümleleri ne denli müşkülat içerisinde yaşam mücadelesi verildiğini göstermektedir.

Kibrit; en önemli buluşlardan biriydi
   İnsan hayatını önemli oranda etkileyen kibrit hakkında başvurduğumuz ansiklopedik bilgilerde Kibrit’i ilk defa 1827'de John Walker adlı bir İngiliz kimyacının bir tahta çubuğun ucunu çeşitli kimyasallarla kaplayıp kuruttuktan sonra, çubuğun herhangi bir yüzeye sürtülmesiyle ateşin ortaya çıktığı keşfettiğini öğreniyoruz. Kibritin ilk keşfinden yaklaşık 30 yıl sonra 1855'te İsveçli Johan Edvard Lundstrom ilk güvenlik kibritinin patentini almış.(2) 
  1862’de seri üretime geçilmiştir.  Dünyada ilk kibritin seri şekilde imal edildiği tarihlerde Amasya’da ipek ticareti ile meşgul olan İsveçli George Krug tarafından Osmanlı mülkünde kibrit fabrikası kurmak suretiyle imalata girmiştir.

Avrupa ile çağdaş üretim Amasya’da başladı.
   Bu konuda yazılmış makalelerde Türkiye’de kibrit imalatının yapılmadığı 1929 yılına kadar yurt dışından ithal edildiği hatta bizde “kibritin memlekete ithali, imali ve satışı inhisar (Tekel) altına alınmıştır” Ancak 1 Temmuz 1930 tarihinde bu tekel 25 yıllık bir süre için “The American Turkish İnvestement Cor-paration” adlı bir şirkete devredilmiştir.  Bu şirket fabrikasını başlangıçta Si-nop’ta kurmuşsa da daha sonra İstanbul Büyükdere’-ye taşımıştır.”(3) Oysa yabancı seyyahların notlarında Türkiye’de 1870’li yıllarda kibrit imal edebilmek için Amasya’da yine bir İsviçreli tarafından fabrika kurulduğu bilgilerine ulaşıyoruz.
    17 Temmuz 1879’da Amasya’ya gelen Henry Franshawe Tozer  yabancı seyyahların mutlak suretle uğrak yeri olan Bay George Krug’un evine misafir oldu. Tozer’in Amasya günlüğünde yer alan birkaç cümle yabancı sermayenin Amasya’da neler yapabildiğine ışık tutmaktadır. Henry Franshawe Tozer notlarında Amasya’da kibrit imali yapıldığına ait ilk bilgileri vermiştir.  “Bölgede ipek böceklerinin ölümünden dolayı ipek ticareti düşüşe uğrasa da, bu başarılı adamlar ticaretin diğer dallarında kendilerini ispatlamışlardır. Şu anda kurdukları işleriyse, kibrit ticaretidir.” Seyahatnamenin satırları arasına gizlenen ilginç bilgiden bir gerçek ortaya çıkmaktadır.
   1879’da Amasya’ya gelen Henry Franshawe Tozer’in notlarında; Amasya’da
Bay George Krug Amasya’da kimyasal yöntemle üretim yapan bir kibrit fabrikası açmıştı. Fakat ithal kibritlerin ucuzluğu karşısında rekabet edemedi. Kibrit fabrikasını un değirmenine dönüştürdü.bilgilerini de ilâve etmiştir.(4)
Abdizade, Kibrithane’den bahsediyor
   Amasya Tarihi’nin birinci cildinde Amasya hakkında verilen genel bilgilerde yer tarifleri yapan Abdizade Hüseyin Hüsameddin Efendi şehir merkezinde “Kibrithâne” den söz etmiştir.
  Ferhat Su Kanalı’nı konu ettiği ve kanalın geçtiği yerleri sıraladığı bölümde “Sevâdiye mahallelerini dolaşub Bâyezid Mahallesi‘nde vâki’ “Kibrithâne nin cenûbunda sona erer” şeklinde belirtmiştir.(5)
  Abdizade ayrıca; “Ayvasıl Bağları ve  “Lokman Dağını tarif ettiği kısımda da “Savâkça Mahallesi arkasından Kibrithâne önüne kadar iner” diye kaydetmiş.
Kibrit Fabrikası kurma fikri
  İsveçli George Krug’un muhtemelle Amasya’ya ipek ticareti için gelen tüccarların yönlendirmesiyle yine yurttaşı Johan Edvard Lundstrom tarafından geliştirilen kibrit imalatının formüllerini almıştır.  Böylece “Küçük Asya” da ilk kibrit imalatının önünü açmıştır.
Kibrithane’nin yeri
  Krug’un kurduğu Kibrithane  “Bizans İmparatoru Fokas’ın Amasya’da Pirefektos olarak hayli zaman oturmuş ve “Kıral sarâyı” diye meşhûr olan bir büyük bir binâ yaptırmıştı. İşte binanın kalıntılarının bulunduğu geniş alanda fabrikasını kurmuştu. (6)

DİPNOTLAR:
(1) - Margaret Ajemian Ahnert; Amasya’nın Dikenleri, Belge Yayınları İstanbul 2009, sh. 28
(2) -  Tunca Varış; “Küçük kutuda büyük kudret KİBRİT”,  Tombak, Antika Kültürü Koleksiyon ve Sanat Dergisi 1995, sayı 6, s. 58
(3) -Tunca Varış; a.g.e.
(4)-Ali Tuzcu, Seyahatnamelerde Amasya, Amasya Belediyesi Kültür Yay. 2007, s. 259
(5)-Abdizade Hüseyin Hüsameddin Efendi, Amasya Tarihi, Amasya Belediyesi Kültür Yay. 1986, c.1,
(6)-Abdizade , a.g.e.

12 Mart 2011 Cumartesi

Hüseyin Menç: Kanuni Sultan Süleyman Avusturya sefirini Amasya’d...

Hüseyin Menç: Kanuni Sultan Süleyman Avusturya sefirini Amasya’d...: " 1553 yılında Avusturya üzerine yeni bir seferin açılmasını önlemek için Avusturya İmparatoru Ferdinand, Osmanlı ile arasında barışı b..."

Hüseyin Menç: Merzifon'un kurtuluş tarihinde yanlışlıklar var

Hüseyin Menç: Merzifon'un kurtuluş tarihinde yanlışlıklar var: " 15 Mart 1919’da İngilizlerin işgaline uğrayan Merzifon, 205 gün bu esareti yaşamıştı. 20 Eylül’de “İşgal gerekçelerinin o..."

Hüseyin Menç: Foto Ekrem'in kravatları

Hüseyin Menç: Foto Ekrem'in kravatları: "Kravatsızlara kravat takmayı öğreten usta fotoğrafçımız üzerine bir sohbet ve sonrası… “En az, on beş yıllık kravat..."

Hüseyin Menç: Sadayı Millet Gazetesi Ser Muharriri Ahmed Samim n...

Hüseyin Menç: Sadayı Millet Gazetesi Ser Muharriri Ahmed Samim n...: "İkinci Meşrutiyet ve İttihat TerakkiDöneminde İstanbul’da tanınmış gazetecilerin yazılarını dizme ile mesleğe adım atan Mehmet Sırrı Bey, si..."

Hüseyin Menç: Sinemacı Sâlim

Hüseyin Menç: Sinemacı Sâlim: " Her tarafı camla kapatılmış, kenar bağlantıları tenekeyle lehimlenmiş bir kutunun içi domates kırmızısı..."

Hüseyin Menç: Bir Hıdrellez Günüydü

Hüseyin Menç: Bir Hıdrellez Günüydü: " Amasyalıların yıllardır vazgeçemediği baharın başlangıcı olan Hıdrellez eğlenceleri. Teneke semaverlerin odun kömü..."

Hüseyin Menç: Ferhat ile Şirin efsanemizin iki ayrı anlatımı

Hüseyin Menç: Ferhat ile Şirin efsanemizin iki ayrı anlatımı: " Amasya ölümsüz aşkları ile sembolleşen Ferhat ile Şirin’in yaşadığı topraklar olarak bilinmektedir. Şirin’e olan sevdası uğruna kilom..."

Hüseyin Menç: Şehzadelerin üzerine oturduk!

Hüseyin Menç: Şehzadelerin üzerine oturduk!: " Amasya Tarihi’nde “Narlıbahçe Mezarlığı’nın kuzeybatısında dört taş direk üzerine yapılmış bir kubbeli türbe” diye tarif edilen..."

Hüseyin Menç: Nerde saklandı bizim "martdokuzu"

Hüseyin Menç: Nerde saklandı bizim "martdokuzu": "“Eski hesaba göre” Yüzyıllardır devam ettirilen bazı geleneklerimiz yavaş yavaş unutularak, gelecek nes..."

Hüseyin Menç: Fincana kulp takanlar

Hüseyin Menç: Fincana kulp takanlar: "Bu nezih kentte, çekememezlik içinde kıvrananlar, kıskançlık hastalığına tutulanlar, belden aşağı vuranlar da çıkmıştır… B..."

Hüseyin Menç: Amasya’da elektriğin ilk kullanılmaya başlandığı v...

Hüseyin Menç: Amasya’da elektriğin ilk kullanılmaya başlandığı v...: " Bugün her türlü alanda kullandığımız elektrik enerjisi Amasya’da bundan 75 yıl önce kullanılmaya başlanmıştı. Bu kullanış biçimi her ..."

Hüseyin Menç: Yalan yanlış bilgilerle dolaşanlar var

Hüseyin Menç: Yalan yanlış bilgilerle dolaşanlar var: "Mustafa Kemal Paşa, 12 Haziran'da Belediye Konağı’na gitti mi? Bazı yazar ve kişiler, Mustafa Kemal’in Amasya’ya geldiği z..."

Hüseyin Menç: Başımızdaki şapkalar

Hüseyin Menç: Başımızdaki şapkalar: " Bizim orta okul dönemlerinde öğrencilerin okula devam ettiği günlerde şapka takma zorunluluğu vardı. Subay şapkasına benziyordu. Tere..."

Hüseyin Menç: Başımıza vâli diye biri geldi, tavuklara bile raha...

Hüseyin Menç: Başımıza vâli diye biri geldi, tavuklara bile raha...: " Isparta valisiyken 1 Temmuz 1956’da Amasya Valiliğine atanan Mehmet Varinli, 1958-1960 yılları arasında da ayn..."

Hüseyin Menç: "Her çamdan bardak olmaz" veya "Eski çamlar bardak...

Hüseyin Menç: "Her çamdan bardak olmaz" veya "Eski çamlar bardak...: " “Amasya’nın bar dağı, biri olmadı bir daha' deyiminin, su gibi sıvıları içmek maksadı ile kullanılan mutfak eşyası olmadı..."

Hüseyin Menç: Amasya'nın Bar Dağı

Hüseyin Menç: Amasya'nın Bar Dağı: " “Amasya’nın bardağı, bir olmadı bir daha” Beklenmedik bir kararın karşısında, “sadece o mu var?”, o işin veya o kişinin ikinci ..."

Hüseyin Menç: İyi ki, Sürgün Edilmişler...

Hüseyin Menç: İyi ki, Sürgün Edilmişler...: " Öve öve bitiremediğimiz Amasya bizler için nasıl “yaşanacak şehir” olduysa, birkaç günlüğüne veya hafta sonu tatillerinde taş döşeli ..."

Hüseyin Menç: Amasya Tarihi Yazarımız Abdizade Hüseyin Hüsameddi...

Hüseyin Menç: Amasya Tarihi Yazarımız Abdizade Hüseyin Hüsameddi...: " “İttikçe tecelli dile envâr-ı AmasyaŞevkiyle yakar kalbimi bir nâr-ı AmasyaÇeşmimde döner eşk-i şerer bâr-ı AmasyaKalbimde durur hasr..."

Hüseyin Menç: "Muhteşem Yüzyıl" ve Amasya Sancakbeyi Şehzade Mus...

Hüseyin Menç: "Muhteşem Yüzyıl" ve Amasya Sancakbeyi Şehzade Mus...: " Bir televizyon kanalında yayınlanmaya başlayan “Muhteşem Süleyman” dizisinin gündemimize taşıdığı iktidar mücadeles..."

Hüseyin Menç: Cumhuriyet İdaresinin ilk hediyesi: AMASYA'nın İl ...

Hüseyin Menç: Cumhuriyet İdaresinin ilk hediyesi: AMASYA'nın İl ...: "20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 89. maddesi gereğince Türkiye 68 vilayete taksim edildi. Bu taksimata göre e..."

Hüseyin Menç: AMASYA; binlerce yıldır aynı ad ile anılıyor

Hüseyin Menç: AMASYA; binlerce yıldır aynı ad ile anılıyor: "Amasya’nın bilinen en eski adı, söylendiği biçimi ile günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelen AMASYA’dır. (1) Eski kayıtlarda ve b..."

Hüseyin Menç: “Bir Selağzı’na gidip gelelim…”

Hüseyin Menç: “Bir Selağzı’na gidip gelelim…”: " Amasya’nın en çok değişen veya değiştirilen mekânı “Selağzı” olmuştur. 1950’den sonra hızlı yaşanan şehirleşmenin gereği ..."

Hüseyin Menç: Bir de baktık ki, ırmak donmuş!

Hüseyin Menç: Bir de baktık ki, ırmak donmuş!: "YEŞİLIRMAK ORTASINDA HÂTIRA FOTOĞRAFI Aşırı soğuklardan Yeşilırmak 22 Şubat 1985 gecesi dondu. 30 yıl sonra donan Yeşilırmak, A..."

Hüseyin Menç: KEŞKEK "Keşke etli olsaydı"

Hüseyin Menç: KEŞKEK "Keşke etli olsaydı": "Amasyalı’nın baş yemeğidir Bayram sabahlarının, özel ziyafetlerin, en saygın misafirlerin ikram edilen vazgeçilmez yemeğidir. Ne de olsa Pa..."

Hüseyin Menç: Gökten üç elma düştü, birinin adı "MİSKET"

Hüseyin Menç: Gökten üç elma düştü, birinin adı "MİSKET": "“Gökten üç elma düştü” diye son bulur hep mutlu hikâyeler. Elma sevgiyi temsil eder. Gücü temsil eder. Bu özelliği ile sayısız şiir dizeleri..."

Hüseyin Menç: 27 Numaralı Amasya Tayyaresi

Hüseyin Menç: 27 Numaralı Amasya Tayyaresi: "1933 yılında Amasyalıların kendi aralarında topladıkları paralarla aldıkları uçağı Tayyare Cemiyeti’ne bağışladılar. ..."

Hüseyin Menç: Şehzadelerin oturduğu yer: Beğler Sarayı

Hüseyin Menç: Şehzadelerin oturduğu yer: Beğler Sarayı: "Çelebi Mehmet zamanında yaptırılan ve değişik dönemlerde ekleme ve tadilatlarla genişleyen Beğler Sarayı’nın bulunduğu mevkii bugün Saraydü..."

Hüseyin Menç: Kanuni Sultan Süleyman Avusturya sefirini Amasya’d...

Hüseyin Menç: Kanuni Sultan Süleyman Avusturya sefirini Amasya’d...: " 1553 yılında Avusturya üzerine yeni bir seferin açılmasını önlemek için Avusturya İmparatoru Ferdinand, Osmanlı ile arasında barışı b..."

Kanuni Sultan Süleyman Avusturya sefirini Amasya’da 35 gün bekletti.

  1553 yılında Avusturya üzerine yeni bir seferin açılmasını önlemek için Avusturya İmparatoru Ferdinand, Osmanlı ile arasında barışı bozmuş Erdel’i istila etmişti. Osmanlı ve Avusturya resmen harp haline girmişlerdi. Türklerde âdet olduğu üzere, bir devlet ile harp haline girilince o devletin sefiri derhal Yedikule’ye hapsedilirdi. Avusturya sefiri Maluezzi’de  bu geleneğe uyularak hapse atıldı. Yerine Avusturya’dan yeni sefir Baron Ogier Ghislam de Busbek, çıkma ihtimali yüksek olan savaşı durdurmak kastı ile görüşmelerde bulunmak üzere İstanbul’a gönderilmişti.
   25 Ağustos 1553’te İstanbul’a gelen Avusturya Sefiri Baron Ogier Ghislam de Busbeck, 27 Ağustos’ ta bir heyet halinde huzura kabul edilmiş ve kısa bir görüşme yapabilme imkânı bulmuşsa da Padişah fazla yüz vermemiş, ertesi gün de İran Seferi’ne çıkmıştı.
Avusturya endişeli
    Kanuni Sultan Süleyman Han’ın İran seferinde büyük bir zafer kazanarak dönüşe geçti.  Kışı geçirmek üzere 30 Ekim 1554’te Amasya’ya geldi. Ordunun sefer sonrasında İstanbul’a gelmeyip, Amasya’da kışlaması ileride batı üzerine bir sefer düzenlenebileceği endişesini taşıyan Avusturya İmparatoru, İstanbul’daki Sefir Busbek’in Amasya’ya giderek barış görüşmelerinde bulunmasını istedi. 
Avusturya Sefiri Amasya’da
  Sefir Baron Busbek, maharetli bir politikacı olan Antuvan Vrinçi, Tuna Donanma Kumandanı Fransuva Zay’dan kurulu heyet 30 günlük zorlu bir yolculuktan sonra 7 Nisan 1555’te Amasya’ya ulaştılar. Fakat Kanuni Sultan Süleyman Han, sefirleri hemen kabul etmedi. Bu arada sefirler Amasya’da psikolojik etki altında tutuldular ve küçümsendiler.  Gecekondu sayılabilecek ahşap evlerde misafir edildiler. Sefirlerin Padişah ile görüşebilmeleri ancak 35 gün sonra gerçekleşti. Busbek ve sefaret heyeti bu arada Sadrazam Ahmed Paşa, Ali Paşa ve Beylerbeyi Mehmet Paşa’yı ziyaret edebilmişlerdi.
Sefire Türk kıyafetleri giydirildi
   Amasya’da bekletilen sefirler nihayet huzura kabul edilecekleri bildirildiği vakit aradan tam 35 gün geçmişti. Padişah ile görüşebilmelerin öncelikli şarlarından olarak Türk kıyafetlerini giyecekler ve daha sonra huzura kabul edileceklerdi. 27 Mayıs’ta padişah tarafından Avusturya Sefiri Busbek’in şahsına ait olmak üzere içi kadife astarla kaplı altın işlemeli kadife bir kaftan ile yeşil ipek astarlı ve altın sırmalarla işlenmiş bir ceket ve ayrıca 10 bin akçe gönderdi. Bunlardan ayrı olarak sefirin hizmetkârlarından beşi için dar ve uzun ipek hırka ve diğer hizmetkarların her birine bir adet ipek elbise yollandı. 28 Mayıs’ta Busbek, kendisine hediye edilen kaftanı giyerek saraya gitti. (1)
  Busbek bu görüşmeyi şöyle anlatıyor.
“Sultan Süleyman alçak bir taht üzerine oturmuştu.  Yüksekliği bir kadem kadardı. Üzerine nâdide halılar, gayet nefis işlemeli yastıklar konulmuştu. Yayı ve okları yanında duru yordu. Yüzü gülmüyordu. Çehresinde huşunet vardı. Biz sultanın bulunduğu yere gittiğimiz zaman bizi huzura mabeyinciler çıkarmışlardı. Bunlar silahlarımızı aldılar. Sultanın elini kemâl-i tâzimle öptükten sonra geri geri arkamızı kendilerine çevirmeden duvara kadar çekildik.  Nutkumu dinledi, fakat beklemediği sözleri söylemiş olacağım ki, yüzün de bir küçümseme ifadesi belirdi., Ağzından sadece “güzel, güzel” sözleri çıktı. Daha sonra çıkmamıza izin verildi. Huzurda iken, büyük bir kalabalık dikkatimi çekti. Birçok vilayetin beylerbeyi, Sultana hediyelerle gelmişlerdi. Bunlardan başka sultanın bütün maiyeti orada idi.” (2)
    Süleyman’ın bende bıraktığı izlenimi şöyle anlatayım; Süleyman artık yaşlandığını hesaba katacak durumdadır. Fakat yine de görünüşü, hal ve hareketlerindeki onurluluk, gerçekten bu muazzam imparatorluğun hükümdarı olan bir adama yakışmaktadır.”
Sadece 6 aylık barış
   28 Mayıs 1555’te Beyler Sarayı’nda Kanuni Sultan Süleyman’ın kabul ettiği heyet, Osmanlı ile Avusturya arasında vuku bulan anlaşmazlıklara son noktayı koydu. Avusturya Sefiri Busbek Osmanlı ile sadece 6 aylık bir sulh yapabildi. Daha fazla görüşme imkanı yakalayabilmek için Amasya’da bekledilerse de bunda başarılı olamadılar, 2 Haziran 1555’te Amasya’dan ayrıldılar.



(1)-Hans Dernschwam :İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Kültür Bakanlığı / 885, sh.292
(2)-Busbecq : Kanuni Devrinde Bir Sefirin Hatıratı (Türk Mektupları), Serdengeçti Neşriyat İstanbul Matbaası –Ankara. Sh.42

26 Şubat 2011 Cumartesi

Müfettiş Paşa'nın çantası kayıp!

Popüler Tarih Dergisi'nin 2003 yılının Temmuz ayında basılan 35. sayısında 5 tam sayfa halinde yayımlanan araştırma inceleme yazımız.
(Lütfen, sayfa üzerine bir tıklamanız halinde ilgili sayfaya ulaşılacaktır. Sayfanın üzerine ikinci defa tıklamanız durumunda yazıları gerçek boyutlarında okuyabilirsiniz)





24 Şubat 2011 Perşembe

Güzellik ve letâfeti kendisinde toplamış bir mevkii; Çakallar

  1914 yılından önce yabancı bir fotoğrafçı tarafından çekilen ve sonradan renklendirilen fotoğrafın detayında Çakallar mevkii

  Amasya’nın güneyinde yaklaşık 200 m. kadar yükselen tepedir. Hemen arkasında Ferhat Dağı yer almaktadır. Osmanlı döneminde şehzade ve sultanların avlak mevkileridir. Ayrıca şehzade ve Amasyalı bazı paşaların yazlık köşkleri bulunduğu yerdir.
    Bazı zamanlarda sevimsiz ve yırtıcı hayvan olan “çakal” ile karıştırılmaktadır. Halbuki “Çakal” kelimesi değişik anlamlarda kullanılsa da bu mevkie adını veren Çakalzâde sülâlesi olmuştur. “Çakallar” ismi “Çakal Kadı” diye meşhur olan Bedreddin Mahmud Çelebi’nin sülâlesinden ileri gelmektedir.

Çakallar isminin kaynağı;
   Çakallar mevkiinin doğu tarafları Padişah Kanuni Sultan Süleyman’a miras yoluyla kaldığından padişahın oğlu Şehzade Mustafa Amasya’ya vali olarak atandığı zaman burada bir yazlık yaptırmış ve bir müddet oturmuştur. Bu esnada meşhur alimlerden Seyrek Muhyiddin Efendi, arkasından Merzifonlu Hayrettin Hızır Efendi ve ondan sonra da, Sûrûri Efendi, Sultan Mustafa’nın eğitimi hizmetinde bulunmuşlardır. Ayrıca Hamdî, Zamanî gibi şâirler, Rustem Beyzâde Gonca Geyvân, Lâle Beyzâde Menekşe Ahmed ve Gazi Beyzâde Çiğdem Ahmed Beyler ile Çakalzâde Gül Sinan Çelebi gibi büyük zatlar onun hoş vakit geçirmesini sağlamışlardır. Bunlardan Gonca Geyvân, Çiğdem Ali, Çakalzâde Lâle Ali Çelebi, Gül Çelebi ve lalası Hamza Bey’e, Şehzade Mustafa bire parça bağ hediye etmiş ve mülkiyetlerine geçirmiştir. Halen “Hamzadüzü” denilen yerin Lala Hamza Bey’e, “Goncalık” diye bilinen Hamzadüzü’nün doğu tarafındaki yerlerin de Gonca Bey’e verilen yerler olduğu anlaşılıyor.
   1560’ta Kanuni Sultan Süleyman’ın Şehzadesi Bayezid Amasya Valisi iken Kara Mustafa Paşa’nın tuzaklarıyla ahirete göç etmesi üzerine şehzadenin av mahallinin tamamı satılmıştır. Büyük bir kısmı Çakalzâde Gül Sinan ve Lâle Ali Çelebilere isabet etmiştir. Daha sonra Lâle Ali Çelebi’nin hissesi torunu Lâlezâde Mehmed Çelebi’ye ondan da Sinan Çelebi’ye intikâl etmiştir.
  Çakalzadelerin bir mülkü durumuna ulaşmıştır. Bundan dolayı “Çakaloğulları Bağları” denildi. Zamanla halk arasında “Çakallar” ifadesi ile meşhur oldu.

Amasya’nın suyu Çakallar’dan
   Çakallar Mevkiinden şehir halkının yıllarca ihtiyaç duyduğu içme suyu karşılanmıştır. “Kayapaşa Suyu”, “Üçler Suyu” ve “Acemali Suyu” bu önemli kaynaklardandır.

Fotoğraf: Foto ÖZDEN 
Buradan Amasya’nın seyrine doyum olmaz
  Amasya Tarihi yazarı merhum Hüseyin Hüsameddin Efendi bu mevkii tanıtırken “Çakallar diye meşhur latif bir gül bahçesidir. Havası gayet sağlam ve her tarafı sanki güzel bir bağdır.
  Çakallar mevkii, Allah’ın yarattığı gibi, el değmemiştir, fakat manzarası göz çeker;iç taksimatı düzensizdir, fakat görünüşü gönül alır. Her bağının içinde yüksek bir köşk, bir veya iki yerinde gayet gür ve devamlı akan su her suyun kenarında lâtif bir çimenlik, her köşkün önünde bir gül bahçesi vardır. Çakallar bahar günlerinin fevkalâde güzelliğini ortaya serilince kırmızı güller, siyah benekli lâleleri ile güzellerin yanaklarına benzer. Güllerinin tebessüm eden manzarasını, lâlelerinin ferahlık veren intizamını seyr eden zevk sahibi kişilerin nazarında Çakallar, kırmızı güllere  bürünmüş bir bahar gelini gibidir.” şeklinde tanımlamıştır.
 Çakallar mevkii bugün o güzelliğini yine taşımaktadır. Amasya’nın en güzel manzarası buradan seyredilir. Teneke semaverlerde demlenen tavşan kanı sıcak çaylar burada bir başka tat ile içilir.

Yazar ve şairlere ilham kaynağı
Çakallar’dan Amasya’yı seyretmek insana bir başka huzur vermektedir. Yazar ve şairlere ilham kaynağı olmaktadır. Meşhur şair, Ebu’t-Tayyib el-Mütebennî, methettiği Halep Hükümdarı, Seyfüddevle-i Hamadânî ile, 953 yılında Amasya’yı ziyaret etmişti. Amasya’yı bugünkü Çakallar mevkiinden seyrettiği zaman, Seyfüddevle’yi, Amasya’yı fethetmiş olmasından dolayı methetmiştir. Seyrine doyamadığı Amasya için şöyle demiştir;Amasya, insanı, seyriyle şâd ve mes’ûd edecek her güzellik ve letâfeti kendisinde toplamış büyük bir beldedir ki, burada istediğine kavuşmak için tereddüd ve telâş eden her tâlip, her türlü maksadına kavuşur. İsteklerine ulaşır. Elde ettiğini kaybederek üzülmez..  Amasya, önünde geniş çevresi olan eve benzemektedir. Bu evin her tarafı yüksek birer dağdır ki, her yüksek tarafın birer ufku vardır. Her ufkun, yüksek tarafı, ay parçası gibi sivridir.”

Zamanımızın şairlerinin dizelerinde
  Zamanımızın şairlerinden hemşehrimiz Harun YÖRGÜÇ gurbette Amasya özlemi ile yanıp tutuştuğu vakit yazdığı şiirinde Çakallar’dan şehri seyretmeyi özlediğini dile getirmişti.

“Çakallar’dan kuşbakışı bakarız
Pir İlyas’a tam yedi mum yakarız
Mart dokuzu biz Kırklar’a çıkarız
Gidip Amasya’ya düğün edelim.”
dizeleriyle özlemlerini mısralara dökmüştür.

Bahattin Karakoç’un şiirinden
   Zamanımızın usta şairlerinden Bahattin Karakoç, 21 Temmuz 1996’da Amasya’ya yaptığı ziyaretlerinde Öğretmen Şair Özkan Yalçın ile birlikte Çakallar’dan Amasya’yı seyrettiği vakit “damıttığı” şiirinde şu duygularını aktarmıştı;

Dünyayla tartılsam ağır basardım,
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.
Gönlümü hep bulutlara sardım
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Sesini duymaya koşup gelmişim
Gelip bu vadiye mihman olmuşum
Seni görüp hülyalara dalmışım
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Köprünün üstünden baktım dağlara
Kanatlarım değdi yitik çağlara
Selam olsun ölülere sağlara
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Ferhat’la Şirin’e zulm edenler
Sırlarını alıp gitmiş gidenler
Ağıt yakarlar dile gelse düdenler
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Çınarlar yüzünü öpmeye sarmış
Kirliler koynuna girmeye korkmuş
Çoruh, sana göre züğürt bir arkmış
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Krallara mezar olmuş kayalar
Aynalı Mağra vakti mayalar
Yolda ceylan gibi seker yaylalar
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Çakallar Tepesi’nde seyrana çıktım
Bir sırrı çözmeye bin duvar yıktım
Doyam diye baktım daha açıktım
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Burmalı Minare bir aşık resmidir
Beş vakit sütüyle yürek emzirir
Bildiği tek söz var o da ALLAH bir !
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Oğlanlar sarayı, Kızlar Sarayı
Şanlı devirlerle açmış arayı
Ben giderim, sen beklersin burayı
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Keşke yaşasaydı şehzadelerin
Hep sana aksaydı kanımla terim
Her köşede seni arıyor gözüm
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Razıyım kıyında söğüt olmaya
Destinde kalemle kağıt olmaya
Uğrunda ölen bir yiğit olmaya
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Sultanlar yok artık, takvim gamlanır
En güzel rüyalar sende demlenir
Göz sende yıkanır, sende dinlenir
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Söyle bir kuş var mı, boş yere öten?
Sığ yerin yok, çağlak değilsin neden ?
Sus sabret demiş sana öğreten
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Tan ışır, uyanır burada tüm kuşlar
Aşkı, zikre bağlar ağlar ve taşlar
O çıralı gözler, yay gibi kaşlar
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Gece de gündüz de cennet Amasya
Külfet değil gerçek rahmet Amasya
Padişah tuğralı gerçek Amasya
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Konaklar, camiler birer şahaser
Her yerde bir kültür çığlığı eser
İki çınar var ki, hala gülümser
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Nice dağlar geçtik, nice nehirler
Nice şehirler gördük, nice köyler
Gelip burada dost oldu cem şairler
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.

Burada tanıdım has bir şairi(*)
Burada damıttım ben bu şiiri
KARAKOÇ der sana, ırmaklar piri
Yeşilırmak benden sevdalısın sen

                 Bahattin Karakoç

              21.07.1996 Amasya (Saat.08.25) 

(*) – Burada tanıdığı ve kısa sürede dost oldukları şair,  Öğretmen Özkan YALÇIN’dır.
İsim üzerinde yanlış anlaşılmalar
  “Çakallar Mevkii” zaman zaman yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Amasya turizmine ve Amasya’nın tarihsel geçmişine uygun olmuyor gerekçesi ile 1998 yılında Belediye tarafından isim değişikliğine gidildiyse de “Tarihi yer isimlerinin değiştirilmesinden doğabilecek tereddütler” ortaya konuldu. Zamanın Belediye Başkanı Hüseyin BAŞ tarafından bu uygulamadan vaz geçildi ve tarihi ismi korundu.


20 Şubat 2011 Pazar

Şehzadelerin oturduğu yer: Beğler Sarayı


Çelebi Mehmet zamanında yaptırılan ve değişik dönemlerde ekleme ve tadilatlarla genişleyen Beğler Sarayı’nın bulunduğu mevkii bugün Saraydüzü olarak anılmaktadır. Fotoğrafın sol bölümünde görüldüğü gibi söz konusu saray geniş bir alanı kaplamakta ve etrafı duvarlarla çevriliydi.


   Osmanlı Döneminin en önemli mekânlarından ve en çok merak uyandıran Amasya’da Sancakbeği (Vali) olarak bulunan şehzadelerin ikâmet ettikleri yerlerdir.
   Güçlü devletin yönetimini elinde tutan Sultanın Rumeli vilayetlerini güven altında tutan, vergileri toplayıp gerektiğinde asker toplamakta yetkili olan Amasya’daki şehzade geniş bir alanda söz sahibidir.
  Böylesi önemli bir güce sahip olan şehzadelerin Amasya’da ikâmet ettikleri yer, şehrin doğu ucunda ve güney yamaçlarını kaplamaktaydı. Savadiye Mahallesi’ni ayıran Savadiye Deresi ile sınır oluşturmaktaydı.
Arazi, Şehzade tarafından satın alındı
  1217 tarihli bir Şeriyye Sicili’nde Melik Gıyaseddin Şah diye tanınmış ve kayıtlı bulunduğu Selçuklu Sultanı Mesud devrinden itibaren çelebi ve şehzadelerin merkez olarak kullandıkları bir yerdir. Daha sonra Gümüşlüzâde emlâkı durumuna gelmiştir. Gümüşlüzâdeler’in bu mevkide büyük ve ihtişamlı konaklarının mevcut olduğu Hüseyin Hüsameddin Amasya Tarihi’nde belirtilmektedir.1398’da Amasya Valisi Çelebi Mehmed zamanında “Gümüşlüzâde Bahçesi”ni satın alındı ve yerine büyük bir saray yaptırıldı.(1)
  Çelebi Mehmed burada 16 sene, II.Murad 20, II. Bayezid 26 ve Şehzade Ahmed 31 yıl ikâmet ettiler. Kanuni Sultan Süleyman’ın Şehzadelerinden  Mustafa 13 yıl, Şehzade Bayezid 2 yıl ve son şehzade III. Murad 1,5 yıl bu sarayda ikâmet ettiler.
  Şehzadelerin Amasya Sancakbeğliği yaptıkları yıllarda çok sayıda şehzade bu mütevazi sarayda dünyaya geldiler. Bunlardan Osmanlı tahtına padişah olarak çıkan Çelebi Mehmed’in oğlu Şehzade Murad (II. Murad)  ve İkinci Bayezid’in oğlu Selim (1470) en önemlilerindendir. Bu arada Osmanlı tahtının varisi olarak görülmelerine karşılık tahta çıkamayan İkinci Bayezid’in oğlu Şehzade Ahmed (1465) ile birlikte Abdullah, Alemşah, Mahmut, Mehmed, Şehinşah (1464), Korkut (1467) olmak üzere 8 evladı yine bu sarayda doğmuşlardır.
Osmanlı İran antlaşması burada yapıldı
    Kanuni Sultan Süleyman’ın 1554 yılında İran Seferi sonrasında  kışı geçirmek için Amasya’ya geldiği vakit 7 ay 22 gün devleti bizzat buradan idare etti. İran ile yapılan ve “Amasya Antlaşması” diye bilinen görüşmeler yine bu sarayda gerçekleştirildi.
Yabancı seyyahın notlarından;
  Kanuni Sultan Süleyman Han ile görüşebilmek için Amasya’ya gelen Seyyah Hans Dernschwam hatıralarında bu sarayı şu şekilde tarif etmektedir.
 “Burası büyücek, sade, etrafı bahçe ile çevrili bir saraydır. Girişte etrafı kerpiç duvarlarla örtülmüş bir tahta kapı var. İçeride avlu kısmında tek tatlı bir bina görülüyor. Kerpiçten uzunluğuna yapılmış bir yapı. Binanın ahşap kısımları iyice işlenmemiş tahta parçalarından ibaret. Bunun yanında bahçe içinde fırınlanmış tuğladan inşa edilmiş tek katlı bir bina daha var. Padişah burada kalıyormuş. Yanı başında kerpiçten örülmüş büyük bir kapı görülüyor. Kapının önünde tahtadan yapılmış bir çardak var. Çardağın altında ellerinde gümüş bastonlar bulunan altın işlemeli elbiseler giymiş 4 kapıcı oturuyor.”(2)
Sadece adı kaldı
  Osmanlı şehzadelerinin sancağa çıkarılma geleneğinden vazgeçilmesiyle Amasya’nın talihi ters dönmüştür. Amasya önce “sanacak” olmaktan çıkarılıp Sivas Vilayetine bağlandı. Böylece şehzadelerin söz sahibi olduğu geniş bir coğrafya beğlerin ve paşaların tasarrufuna geçti. Şehzade ikametleri birer birer değerlerini kaybetti, derebeylerin mücadelesindeki halkın bıkkınlığı, şehrin imarına da yansıdı.
  Birkaç örneğin dışında taş taş üstüne konmadığı gibi bir zamanlar devleti idare eden mekânlar da sessizliği gömüldü. Tıpkı Osmanlı şehzadelerinin hüküm sürdükleri saray gibi…
   Saray elden gidince yeri kaldı geriye, bir de adı "Saraydüzü" diye...

(1)-Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi; c.1 sh.41
(2)-Hans Dernschwam; İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Kültür Bakanlığı / 885,sh.284