27 Ocak 2011 Perşembe

Fincana kulp takanlar

Bu nezih kentte, çekememezlik içinde kıvrananlar, kıskançlık hastalığına tutulanlar, belden aşağı vuranlar da çıkmıştır…

    Bu güne kadar Amasya’nın ve  Amasyalı’nın hep iyi tarafını yazdık. Güzellikleri ve güzel taraflarımızı dilimiz döndüğü, kalemimiz yazabildiği ölçüde bildiğimiz veya okuyup da sizlerle aktarma cesaretini bulabildiğimizi sütunlarımıza aldık. Peki hiç mi kötü tarafımız yok?. Başarısızlıklar, beceriksizlikler, kıskançlıklar yok mu? Bir adım öne çıkana çelme takma alışkanlığı olan içi “cıfıt çarşısı” gibi karma karışık olanlarımız yok mu? Bilgisi olmadığı halde her alan da söz sahibi olma hastalığı olanlarımız yok mu?
     Bu gibi soruları daha çok sıralayabiliriz elbette. Bu tür alışkanlığa sahip olanların sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Bu alışkanlıklarımız sadece günümüz için geçerli değildir. Tarihten gelen bir alışkanlığa sahip olduğumuzun farkında olmalıyız. Başarılı bir grafik çizen iş adamları, din adamları, bürokratlar, komutanlar, âlimler, gazeteciler, yazarlar ve kişiler hakkında öylesine sert dedikodular, iftiralar, karalamalar, fitne-fesat çıkarmalar, çamur atmalar, gözden düşürmeler yaşanmıştır ki duyduğunuz zaman inanmak istemez, okuduğunuz zaman küçük dilinizi yutarsınız. Belden aşağı da vurulmuştur, belden yukarı da.
  Şimdi nerden çıktı bunlar diyenlerimiz vardır.
  Bugüne kadar bu sayfada birçok güzel hadiseyi sizlerle paylaşırken haklı olarak bazı okuyucularımız “Hiç mi olumsuzluklar yaşanmamış bu memlekette.” Eleştiresi ile karşılaştım. Hak veriyorum eleştiren dostlarımıza… Bu topraklarda yaşayanların ortaya koydukları çekememezlik, iftira ve kıskançlıklar üzerine birkaç örnek vermek istiyorum. Amasyalının zaaflarının var olduğunu tarihten vereceğim örneklerle sıralayacağım. Bugünkü uzantılarının hâlâ devam edip etmediği konusunda değerlendirmeyi de sizlere bırakacağım. . 

“Bu da yazılır mı? Bu tür olaylar kişisel olarak dünyanın her yerinde yaşanır, sadece Amasyalı’ya mal edilemez. Bunu neden yazmış ki” diyenlerimiz de olacaktır. "Amasyalı bu kadar eleştirilir mi?" aşağılanır mı? diyenler de olacaktır elbette. Kastımız yaşadığımız kentimizin insanlarını aşağılamak değil, aşağılık hareketleri kendilerine iş edinenlerin de geçmişte ne kadar acımasızca bu memleketin evlatlarını harcadıkları bilinsin istedik… Rekabet yapalım derken bir daha tamir edilmesi mümkün olmayan bir kalbi kırmanın getirdiği tahribatı hatırlatmak istedim. Ben hatırlatmasam da Amasya’da bunlar yaşanmıştır, reddetmemiz imkânsızdır.


Mezar taşındaki rekabet

  Bundan birkaç yıl önce eski Belediye Başkanlarımızdan Gündüz Türem bana bir yazı vermişti. Amasyalıların birbirleri hakkında nasıl rekabet içinde olduklarını tatlı bir muziplikle dile getirmişti.
    Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı’ndan bir gün önce kabir ziyaretleri geleneklerimiz arasında hâlâ sürdürülmektedir. Bu ziyaretler sırasında görülen kimsesiz ve garip mezarları da ziyaret edilir.
   Bir bayram öncesi arefe günü iki Amasyalı epeydir ayrı oldukları Amasya’ya gelirler ve yakınlarının mezarlarını ziyaret ederler. Kabristanlıkta yakınlarının mezarlarını ararlarken bir taraftan da tanıdık bir zevatın mezar taşını görebilir miyiz düşüncesiyle mezar taşlarını okuya okuya giderler. Birden kuytu bir köşede ilginç bir mezar taşını karşılarında bulurlar. Gayet usta olan bir mermercinin elinden çıktığı belli olan kitabesinde
  Ey fâni ben ömrü hayatımda öyle bir kişiydim ki, esen yeli tutar sonra koyverirdim
Bizim ziyaretçiler, burada yatanın hayattayken “bıçağının önü de arkası da kesen”, sözünü geçiren ve gözünü budaktan esirgemeyen bu önemli zevatın mezarı başında fatihayı esirgemezler.    
   Amasya’da nice önemli kişilerin yetiştiğini düşüne düşüne birkaç metre yukarı daha tırmanırlar. Bu sefer karşılarına bir önceki mezarın kitabesinden daha gösterişli olanı çıkar. Kabir taşına kazınan yazı hayretlerini daha da artırır.  Mezar taşında;
   “Ey arkadaş ! Dört mezar altta yatan hergeleye inanıp da önemli bir zat bellemeyesiniz. O bizim Kalaycılar Çarşısı’nın körükçüsüydü. Sabahtan akşama körük çekerdi” cümlesini küçük dillerini yutarcasına okurlar.  "Amasyalının birbirini çekemememizlikleri ta mezar taşlarına kadar uzanmıştır." demekten de kendilerini alamazlar...
  Bu olay Amasya’da vuku bulup bulmadığını bilmiyorum. Ancak, bunu nakledenin bir bildiği vardır… Anlatılanlar boşa değildir…

  Tarihin sayfalarında sıkışıp kalan bir mesele daha vardır. “Amasyalı sana da bir kulp takar”
  Dördüncü Murad zamanıdır. Kahvehanelerde tütün içmek yasaktır. Halkın tek zevki kahve içmektir. Beyni ve zihni dinlendirmiş olmasından dolayı yorgunluk atmak isteyenler hanlarda, hamam soğukluklarında, kahvehanelerde bol köpüklü pişirilen kahveler yudumlarlar.
   İşte bu dönemde İstanbul’daki kahvehanelerden birine giren posta tatarı (postacı) bir fincan kahve ister. Kahveci, yolcunun istediği kıvamdaki ağızlara layık yarı köpürmüş kahveyi masasına bırakır. Posta tatarı kahve  yudumlayacakken fincanın kulpunun kırık olduğunu fark eder. Kulpu kırık fincanlı servisi saygısızlık şeklinde değerlendirir.  Kahveciyi çağırır yanına, kulpu kırık fincanı gösterir ve hizmet şeklini beğenmediğini söyler. Ardından da; “-Sen bu fincanı al Amasya’ya git. Orda bu fincana bir kulp takan çıkar der.
    Bu fıkradan da ortaya çıkan  bir gerçek var ki, o da ne olursa olsun Amasyalı mutlaka eleştirecek, dedikodu yapacak bir konu bulacaktır. Yüzyıllar öncesinde olduğu gibi, bu kötü alışkanlıklar hâlâ sürdürülmektedir.
  -Yok mu?
  -Ben var diyorum....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder